Yusuf KAMBUR

Tarih: 28.10.2025 10:55

ŞAHİTLİK MESELESİ

Facebook Twitter Linked-in

“Ey Rabbimiz, bize ne indirdiysen hepsine inanıyor ve bu Elçi’nin izinden gidiyoruz; o halde bizi hakikate şehadet eden şahitlerle birlikte yaz!”(Ali İmran: 3/53)

Biz hocalar ölen bir kardeşimizin arkasından hasbelkader hüsnü şehadette bulunduğumuzda, mesela; “iyi bir insan, iyi bir Müslüman olduğunu, güzel ahlaklı, yardım sever, alçakgönüllü, mütevazı olduğunu söylediğimizde” şu iki tavırla karşı karşıya kalıyoruz:

Birinci tavır,“öyle mi hocam, biz onu öyle bilmiyorduk, demek onun böyle güzel meziyetleri varmış, biz yanlış tanımışız…” şeklinde kurulan mahcubiyet yüklü cümleler…

İkinci tavır ise,“Hocam sen öyle diyorsun da onun bilmediğin ne acayip işleri var. Sen onu yanlış tanımışsın. Ne çamlar devirmiş, ne kalpler kırmış, ne Kâbeler yıkmış bir bilsen. Onun nasıl biri olduğunu bir de bize sor” diyerek uzayıp giden şikâyet cümleleri… Bu iki tavır hepimiz için böyledir. 

Bir insanın, bir Müslümanın oraya koyduğu iyi ya da kötü performansın/kulluğun en açık, en doğru şahitleri elbette en yakınında olanlardır. 

İnsan en çok haksızlığı aile bireyleri, akrabalar ve yakın komşulara yapar ve en çok kul hakkı ihlalleri de burada gerçekleşir. “İnsan, zulmü çoğu zaman hemen yanı başındakine reva görüyor.”

Hz. Ömer’in (ra) engin ferasetiyle ortaya koyduğu işte bu hakikatti. Adamın biri yaptığı bir işte birini şahit gösterdiğinde Hz. Ömer ile şahitlik yapacak adam arasında şu konuşma geçer.

-Sen bu adamı ne kadar tanıyorsun? Onunla komşuluk yaptın mı?

 -Hayır.

-Onunla yolculuk yaptın mı?

-Hayır.

-Peki, onunla alışveriş/ticaret yaptın mı?

-Hayır.

-Öyleyse sen onu tanımıyorsun, onun hakkında şahitlik yapamazsın… Ötekine “git kendine başka bir şahit bul” buyurmuş.

Nice Müslüman vardır ki, melekler, mescitler ve müminler onu hasretle bekliyor hakkında güzel şahitlik yapmak için. Günler, aylar, yıllar geçiyor da Müslüman olduğunu her fırsatta dile getiren insan, kötü alışkanlıklarından bir türlü vazgeçmiyor. 

Mescidin kapısına kadar gelip “ rükû ve secdeden kendini uzak tutan” nice bedbaht Müslüman var. Şairin ifadesiyle, “Hiç su görmez yüzünün düşmanıdır seccade…” Bu dünyada ilahi hakikatlere eyvallahı olmayanın öte âlemde eyvahları çok olur.

Nice Müslüman vardır ki, melekler, mescitler ve müminler onu hayret ve ibretle seyrediyor. Abdestini almış, camiye girmiş, namaza hazırlanmış ancak hiçbir iyilik sevabı almadan camiden çıkmıştır. Konuşuyor, konuşturuyor, sosyal medyayla oyalanıyor, bedeni namazda kalbi oyunda oynaşta… Sanki ibadeti engellemek için gelmiş camiye.

Ve nice Müslüman da vardır ki, melekler, mescitler ve müminler onu hayranlıkla izliyor, tebrikle uğurluyor. Baksana şu çocuğa, şu gence yanında bir büyüğü olmadığı halde ne güzel abdest almış, edeple camiye girmiş, huşuyla namazını eda ettikten sonra yoluna revan olmuştur. Allah selamet versin.

Müslümanlar olarak imanda istikamet kaybı, ibadetlerde ihlas ve ihsan bilinci kaybı, ahlakta derin savrulmalarımız vardır. Bu böyle devam ederse “iman gemisini sahili selamete çıkarmada” epeyce zorlanacağız demektir. Hâsılı baştan ayağa düzelmesi gereken çok işlerimiz var. 

Bir nükte:

Bir cenaze başında İmam Efendi merhumun faziletlerini sayıyordu. Ne kadar iyi bir insan, ne kadar iyi bir Müslüman olduğunu ballandıra ballandıra anlatıyordu. Merhumun karısı şaşırmış kalmış olmalı ki oğluna:

“Oğlum git bir bak! Tabutta yatan adam senin baban mı? Bizimkisiyle hocanın anlattığı arasında dağlar kadar fark var. Cenazeler karışmış olmasın!” 

Gerçek şahitlerin hüsnü şehadetine mazhar olabilmeyi Cenabı Hak cümlemize ikram eyleye… 

 

 


Orjinal Köşe Yazısına Git
— KÖŞE YAZISI SONU —