Her toplumun hayatına yön veren, değer yargılarını oluşturan bir inanç sistemi, yöneldiği bir kıblesi vardır. O halde, Allah’a kulluk noktasında yapabildiğinizin en iyisini, en güzelini ortaya koymaya çalışarak hayırlı işlerde birbirinizle yarışın!”(Bakara: 2/148)
Komşuları Nasrettin Hocayı sıkıştırırlar. Hocam, dün akşam senin evden bir gürültü geldi, sebebi nedir?
-Kavuğum/cübbem merdivenden aşağı yuvarlandı onun sesiydi.
-Yok hocam, bu öyle böyle bir ses değildi.
-Yahu, ben de içindeydim.
Şeytan, nefs-i emare (sürekli kötülüğü emreden nefis), şeytanlaşmış insanlar ve çağımızın Deccalı sosyal medyanın ayartıcı tuzakları öylesine sinmiş ki hayatımıza, eğer önlemini almazsak bizi “küfrün zifiri karanlık kumaşına sarıp, kâfir olarak paketleyip gayya kuyusuna atması” pek yakındır.
Kurtuluş için öncelikle iyi bir durum tespiti yapmamız gerekiyor. Zira teşhis tam konmadan tedavi gerçekleşmez. Yanlış teşhis yanlış tedaviye, yanlış tedavi de hastalığın daha da yayılmasına ve neticede tedavisi imkânsız hale gelmesine sebep olur. “Allah, onların kalplerini ve kulaklarını mühürlemiştir. Gözlerinin üzerinde de, hakkı görmelerine engel manevi bir perde bulunmaktadır.”
(Allah’ın koyduğu yasalar gereğince, bilerek ve isteyerek inkârı tercih ettikleri için, doğuştan sahip oldukları ‘hakikati keşfetme’ yetenekleri zamanla körelmiş ve işlevini göremez hâle gelmiştir.)
Hz. Peygamber (sav):
“Her yeni doğan günde insanın her bir eklemi için bir sadaka vermesi gerekir. İki kişi arasında adaletle hükmetmek sadakadır. Bir adama bineğine binmesine yardımcı olmak ya da yükünü bineğine koymasında yardımcı olmak sadakadır. Güzel söz sadakadır. Namaz kılmak için camiye attığın her adım sadakadır. Yoldan geçenlere eziyet veren bir şeyi kaldırman sadakadır.”
Her tesbih (Sübhanellah), her tehlil (La ilahe illellah), her tahmid (Elhamdü lillah), Her tekbir (Allahü Ekber) sadakadır. İyiliği emretmek kötülükten sakındırmak sadakadır… Kardeşine iyilik yapamıyorsan kötülük yapmaman da bir sadakadır…” buyurdular.
“Her ekleme bir sadaka” hadis-i şerifi öncelikle İslâm’da hayır yollarının çokluğunu bize hatırlatır. Bir başka açıdan bize verilen nimetlerin farkında olup, teşekkür borcumuzu yerine getirmeyi öğütler. Üçüncü olarak da her sadakanın yani Allah için yapılan her iyiliğin küçük günahlara kefaret olacağını müjdeler.
Günah işleyen ve bu günahın cezasını dünyada çekmek isteyen bir adam Hz. Peygambere (sav) hatasını anlatmış ve kendisine had uygulanmasını istemiştir. Efendimiz (sav) adama bir müddet cevap vermemiş, cemaatle namaz kılındıktan sonra adamı çağırmış:
“Güzelce abdestini alıp bizimle namaz kıldın mı?” diye sormuş. “Evet” cevabını alınca Hud suresi 114. Ayeti okumuş ve affedildiğini müjdelemiştir. “(Beş vakit namazını kıl!) Şüphesiz iyilikler kötülükleri yok eder.” Bir hadisi şerifte de şöyle buyurmuştur: “Kardeşini güler yüzle karşılamak şeklinde bile olsa hiçbir iyiliği küçük görme!” buyurmuştur.
Rivayet odur ki, sahabe-i kiram sevap kazanmak niyetiyle bir işi olmadığı halde çarşıya çıkar ve selamlaşırdı. Bizim bu noktada biraz kıblemiz şaştı gibi. Bayağı bayağı kıblemiz şaştı galiba. Aramızda ne selam kaldı ne de hoş bir kelam. Selamı sabahı kesmeyi mutluluğun anahtarı sayıyoruz.
Kıblemiz şaştı gibi… “Hayırda yarışın” tavsiyesini unutup dünya hayatını daha iyi kılmada bir yarışın içine girdik ki, gelen vahyi haberlere göre bu yarışın kazananı olmamıştır. “Derdi, davası dünya olanın dünya kadar derdi olur” tecrübe ile de sabittir.
Bugün maalesef Müslüman coğrafyada isyanlar, inkârlar, itirazlar, günahlar, mazeretler, meydan okumalar büyüdü, çoğaldı. İbadetler, tövbe istiğfarlar, yüz kızarmalar küçüldü ve azaldıkça azaldı.
“Bu suyla artık bu değirmen dönmüyor.” Zoraki yapılan iyilik ve ibadetler, ihlas ve samimiyetten yoksun hayır hasenatlar en fazla işlediğimiz küçük günahlara kefaret oluyor. Geride büyük günahlar ve onların oluşturduğu “büyük yıkımlar, büyük fiziki ve sosyal felaketler” kalıyor.
Günahlar büyük olmakla kalmıyor daha korkunç olanı bu günahların devamlı olmasıdır. Günahlar büyük ancak daha kötüsü bu günahların aleni, gözler önünde işlenmesidir. Bu günahların topluca işlenmesidir. İşlenen bu günahların kişilik haline gelmesi, sahiplenilmesi ve dokunulmaz kılınmasıdır.
Kıblemizin şaştığı bu noktada yapılması gereken şey, “fabrika ayarlarına dönmektir.” “Tövbe-i Nasuh” ile tövbe istiğfar edip, bir daha dönmemek üzere bu büyük günahlarla vedalaşmak gerekiyor. Bunu yapabilecek bir Cihad şuuru kaldı mı bizde bilemiyorum. Çünkü “kimse günahını sahiplenmiyor.”
“Ey Allah’ın Rasulü! Bana İslâm hakkında öyle bir şey söyle ki bu konuda başka hiçbir kimseye soru sorma ihtiyacım kalmasın” diyen birisine Hz. Peygamberin (sav) verdiği cevap dikkat çekicidir.
“Allah’a iman ettim de sonra da dosdoğru ol.”
Sözlerin, davranışların, ahlakın, hal ve hareketlerin; aile hayatın, ticaret hayatın, komşuluk ilişkilerin, temizlik anlayışın “imanını yalanlamasın!” Sözlerin, davranışların, ahlakın “İslam’ın güzelliklerini kapatmasın!”
Şimdi hep birlikte asr-ı saadete dönelim. Tarihin derinliklerine bir yolculuğa çıkalım. Allah Rasulü (sav) tüm ümmetini Safa tepesinde toplamıştır. Bizler de Efendimizin “kardeşleri” olarak oradayız. Hz. Peygamber (sav) soruyor tüm zamanların insanına ve bize:
“Ey Kureyş topluluğu!
Ey Ümmet-i Muhammed!
Ey insanlar/Müslümanlar!
Size şu dağın arkasında bir düşman topluluğu var. Güçlü silahlarıyla size saldırmak ve sizi yok etmek istemektedir desem bana inanır mısınız?”
-Evet, elbette inanırız. Çünkü senin hayatta yalan konuştuğuna şahit olmuş değiliz. Sen her zaman doğru sözlü olmuşsundur.
“Ey Kureyş topluluğu/ ümmetim!
Eğer iman etmezseniz, imanınıza sadakat göstermezseniz sizi bekleyen çetin bir azabı size haber veriyorum.” (Bu gidişatınız hiç hayra alamet değildir. Yolunuz yol değil, hayatınız Müslümanca bir hayat değildir. Kıbleniz şaşmış durumdadır.)
Bu çağrıya Ebu Leheb’in cevabıyla cevap verenlerin kıblesi şaşmış değil mi? “Bizi buraya bunları söylemek için mi çağırdın?”
Bu çağda, bu yaşta, bu yazda, bu kışta, bu devirde, bu sıcakta, bu soğukta… Bu ve benzeri itiraz cümleleri kuranlar istikamette olduklarını mı zannediyorlar? “Namazdaki yöneldim kıbleye cümlesi bizi kurtarmaz hayatın tamamında kıbleye/sıratı müstekime yönelmek gerek.”
Ve maalesef “o namazdaki kıbleye yönelişe bile bu ümmetin çok çok ihtiyacı var.” Zira ahır zamanın fitneleri ümmeti namaz ibadetinden de alıkoymuş durumda…
Rabbim istikameti düzeltmeyi nasip eylesin inşallah.