Bir yerde okumuştum; “iktisat öğrenmenin amacı, iktisadi sorunların hazır cevaplarını elde etmek değildir; iktisatçılar tarafından kandırılmamayı öğrenmektir!”

Ben iktisat okumadım.

Buna rağmen gördüklerimi, bizzat yaşadığımız ekonomik durumu yorumlayacak kadar bilgimin, her hangi bir siyasetçinin ve ekonomistin beni kandıramaması kadar da “hayat tecrübemin” olduğuna inanıyorum!

Şu açık bir gerçek ki; en az tüm diğer ülkelerin insanı kadar, biz de bir tüketim toplumuyuz.

Herkes gibi yemeye, içmeye, barınmaya, giyinmeye ve dinlenmeye ihtiyacımız vardır.

Bunlar bir insanın ve her toplumun hayatını devam ettirmek için en temel ihtiyaçlardır.

Tabii unutmamalıyız ki; elli altmış yıl önce yenen, içilen, barınılan, giyilen ve hatta dinlenmemizi sağlayan şeyler bile; bugünkülerle aynı değildi.

Hayata bakışımız değiştiği için, sürekli olarak daha fazlasını ve daha fazlasını istiyoruz.

Daha şık elbiseler, daha güzel evler, arabalar, cep telefonları; yani kısaca sürekli olarak tüketim peşindeyiz.

Ben köyde doğdu büyüdüm.

Mart ayı ile birlikte tarlalarımız sürülürdü.

Sebze ve meyvelerimiz ekilen bu tarlalarımızda üretilir, kış için “fasulye turşusu, pazı turşusu” özel küplere konur saklanırdı.

Bahçelerimizde ki meyveler kış için toplanır “ambarlarda” saklanırdı.

Yazın ekilen “lahana fideleri” kışın karın altından çıkartılarak yenirdi.

Ekilen mısırlar kurutulur “su değirmeninde öğütülür”, kabaklar saklanır, kışın tüketilirdi.

Meşelerimiz vardı.

Bu meşelerde “kara kovan petekleri” yetiştirilir ve petekler sağılır zamanı geldi mi; “bal kadılarımız” ağzına kadar bal dolardı.

Yaylalarımız vardı.

Bugün kaderine terk ettiğimiz yaylalarımızda yaklaşık altı ay yaylacılık yapılırdı.

Bahar aylarıyla birlikte “yaylalara göç eder” hayvancılık yapardık.

Peynirimiz, yağımız, mincimiz (çökelek) bu muhteşem yaylalarda üretilir, köye getirilerek “kadılara” konulurdu, kışın tüketmek için.

Her yıl yeni buzağılar katılırdı yaylaya gidecek inek sürülerine.

Herhangi bir makineye dayanmadan köylerde sabırla üretilen her ne ürün varsa büyük bir emeğe dayanırdı ve onun için her şey çok değerliydi.

Bizim memleketimizde üretim kalemleri bir bir azalırken, doğayı kirlettiğimizden dolayı, dağlarımıza eskisi kadar kar yağmıyor, buzullar ve buzul göllerimiz yok oluyor, sularımız azalıyor, ağaçlar kuruyor, hayvan soylar tükeniyor!

Tükenmeyen tek şey; şehirleri tıka basa dolduran insanın, yıllardır çılgınca devam eden alışveriş ve tüketim alışkanlığı!

Maalesef tüketim anlayışımız değişmiş ve aslında aradığımız ı “çılgınca tükettiklerimizde” bulamayacağımızı göremez hale gelmişiz!

Bir türlü anlayamadık; son model arabalar, yeni çıkan telefonlar, oturduğumuz şık koltuklar, yediklerimiz-içtiklerimiz-giydiklerimiz “bize mutluluk ve huzur” vermiyor/vermeyecek diye.

Daha elimizdekileri tüketmeden, eskitmeden, bitirmeden bir yenisini almaya koştuğumuzun bile farkında değiliz artık!

Şunu bilmenizi isterim.

İster “ekonominin gözüyle” istersenizhayatın genel gerçeği” ile bakın bu tespitlerime.

Bu yazdıklarım benim yaşarken, hayatta öğrendiğim gerçeklerimdir.

Onun için daha önce bir makalemde yazdığım gibi, kesin bir dille ve inanarak yeniden ifade ediyorum ki;“Yaşamak günde üç öğün yemek yemek değildir.”

Çünkü “yiyip içmeyi, giymeyi, barınmayı” bugün yaşadığımız her yerde “iyi ya da kötü” hamd olsun sağlayabiliyoruz.

Demem o ki; köylerimiz bir zamanlar bize çok ama çok cömert davranıyordu.

Çünkü üretiyorduk.

Bu yüzden, yediriyor, içiriyor ve bütün bunların yanında bize hayata dair çok şey öğretiyordu.

Şimdi ne oldu bu mübarek Anadolu topraklarına?

Yoksa bizi “besleyemeyecek kadar çoraklaştı da” haberimiz mi olmadı!

Şunu inanarak söylüyorum.

Bütün kabahat, on yıllardır gelişigüzel köylerin boşalmasına sebep olan devlette ve buna rıza göstererek ayak uyduran biz ve bizden önceki kuşaklardadır!

Devlet üreteninin yanında olacak ki; tarımsal ve hayvansal ürünlerimiz Anadolu’nun köylerinde tarlalarında, yaylalarında üretilmeye devam etsin, dışa bağımlı olmayalım.

Giriş cümlemde “iktisatçılar ve siyasetçiler” bugünkü yaşadığımız “ekonomik sorunlardan” dolayı anlattıklarıyla beni kandıramazlar demiş, asıl meselenin “üretimsizlik” olduğunu dilimin döndüğünce anlatmak istemiştim.

Onun için bir kez daha ifade ediyorum, maalesef, üretmekten çok çılgınca tüketen toplumların gerçeğidir; “paranın esiri” olarak ömür tüketmek!

Bu nedenle; cebimizi “yabancı paralarla” ya da emek sarf edilmeden kazanılan “faiz kazançlarıyla” doldurma yerine, “aklımızı, fikrimizi ve yüreğimizi” nelerle doldurduğumuza daha fazla dikkat ederek nefes alıp verelim istiyorum!

Görüşmek üzere; Allah’a emanet olun…


dağkağan
22.12.2021 12:13:02
bende sizin gibi düşünenlerdenim üstat.

Mehmet Şahin
22.12.2021 12:21:39
Bir çok alanda döviz endeks'li üretime dayalı hareket etmek ve kendi kendine yetemeyecek hale getirilmek budur! Çünkü üretmiyoruz üretimi desteklemiyoruz, üretmeyen toplumlar yok olmaya mahkumdur ve bu kural değişmez .

Nurten
22.12.2021 12:57:39
Tüketim ekonomisinin geldiği nokta bu işte. üretim ekonomisine dönmezsek halimiz haraptır.

Mustafa Altın
22.12.2021 19:51:49
Harika tespitler. Üretmeyen aç kalır fakırlaşır bu ekonomik hayatın gerçeğidir.

Fatma Yemişçi
23.12.2021 09:40:47
Üretmeden yaşanmaz . sadece tüketim toplumu olmanın sonucu bugün yaşadıklarımız yaşanır. Ölene kadar üretmek şart

Yaşadıklarımız; üretmeden tüketen toplumun gerçekleridir!

Abdurrahman Akın

22.12.2021 10:35:54

22