Ben altı yaşıma kadar doğduğum köy olan Çayeli/Başköy’un sınırlarının dışına çıkmamıştım. Evde büyüklerim Çayeli ve yaylalar hakkında konuşdukça bu yerleri görme isteği zihnimde oluşmuştu...

O yıl önce köyden “Çağçor Yaylasına” sonrada “Pelat Yaylasına” göç olmuş, sırada Şemkehot Yaylasına Pelat Yaylasından göç edilecekti. Köyden göç için rahmetli Muhammet Amcam gidecekti. Bende yaylaya çok gitmek istiyordum ve bunu sürekli dillendiriyordum ama daha çok küçük olduğum için evdeki büyüklerimiz rıza göstermiyordu gitmeme.

Ben nazım geçen herkese yalvarıyor izin koparmaya çalışıyordum.

Nihayet rahmetli Muhammet Amcam; yayla için benimde hazırlanmamı söyledi. Çok sevinmiştim. Sürekli adını duyduğum yaylalara gidecektim. Sabah erken Monos’un (katırımızın adı) yükü vuruldu, semerin orta tarafına da beni oturttu rahmetli amcam ve yola çıktık. Bizimle birlikte köyden yayla göçüne giden birkaç katır ve komşularda yol arkadaşımız olmuştu.

Tabiri caizse dereler tepeler aştık ve nihayet akşam gün batarken “Pelat Yaylamızın” meşhur “Ovit”ine geldik. Yayla çobanları kendi aralarında “met-değnek” oynuyorlardı. Biz onların görüş alanına girince oyunlarını bırakıp bize doğru koşmaya başladılar. Bizim evden amcaoğulları Ali ve Mustafa yayladaydılar.

Amcam beni Monos’un üzerinden indirdi amcaoğulları ve diğer komşu çocuklarıyla birlikte Ovit’ten yukarı yayla evlerine doğru yürümeye başladık.

Bu benim yaylaya ilk gidişimdi ve bugün bile hiç unutamıyorum izin koparma hikâyemi!

O yazın geri kalan zamanında hep yaylada kaldım. Benim için çok güzel geçmişti. Özellikle “Şemkehot Yaylasının” güzelliği ve ortamı beni çok etkilemişti. Ve bugün bile Şemkehot Yaylasının gönlümde ki yeri bir başkadır.

Nihayet Eylül ayının sonuna doğru “geriye göç” yapılmış ve biz köye gelmiştik. Artık yeni bir arzum vardı. Aylar önce yaylaya izin koparmanın rahatlığı ile Çayeli’ne de gitmek için izin koparabilir miyim diye düşünmeye başlamıştım!

Bu izni koparmak için Çayeli’nde okula gitmeye başlayan İsmail Abime yanaşmıştım. Çayeli Lisesinde okuyan İsmail Abim her on beş günde bir köye geliyordu. Sanırım Kasım ayının ilk haftasıydı. Abim hafta sonu tatili için köye gelmişti ve pazartesi sabahı geri dönecekti. Uzun bir uğraştan sonra evdekilerden izin çıkmış ve ilk defa şehre gitmenin heyecanını duymaya başlamıştım.

O günlerde köye araba yolu daha gelmemişti. Çayeli’ne gitmek için köyden 2-3 km uzağa yürümemiz gerekiyordu ki arabaya binebilelim.

Sabah erken İsmail Abim ve köyden çarşıya inenlerle birlikte bu defa ilk Çayeli yolculuğum başlamıştı!

Çok heyecanlıydım gerçekten. Hayalimde o kadar çok şey canlandırmıştım ki Çayeli için anlatamam. Önce “Babik” e sonra “Kaptanpaşa’ya (nahiyeydi o tarihlerde) daha sonra “Seslidere” ye ve en sonda “Madenköy’den geçerek Çayeli’ne ulaşmıştık.

Ahmet Amcam ve rahmetli Babam çay fabrikasında kadrolu çalışıyorlardı. Bu yüzden Çayeli’nde küçük bir daire tutmuşlardı. İlk defa bir apartman dairesinde kalmış, ilk defa elektrikle tanışmış ve ilk defa deniz görmüş ve yine ilk defa olarak şehir ortamında bol bol her çeşit arabaları, bakkal ve elbise dükkânlarını, lokantaları görmüştüm!

Ve tabii köye dönüşte yaşıtlarıma anlatacağım o kalabalık ortamın bin bir çeşit görüntülerini hayalime de kaydetmiştim!

Çayeli’nde ki geçirdiğim bir hafta başlı başına bir yazı konusudur.

Sadece şunu ifade edeyim; köye geri döndükten sonra aylarca Çayeli’nde yaşadığım bir haftayı köydeki akranlarıma anlata anlata bitirememiştim!

Bütün bunları hatırlayarak anlatmamın nedeni bütün dünyayı kasıp kavuran koronavırüs nedeniyle yukarda anlatmaya çalıştığım hemen hemen her şeyden ve her ortamdan daha da uzak kalarak gideceğimiz her yere de “izin alma mecburiyetimizin” olmasıdır!

Çok ironik bir durumla karşı karşıya olduğumuzu rahatlıkla söyleyebilirim!

Dün, kendi özelimde söyleyebilirim ki; köyden yaylaya ya da şehre inebilmek için özel bahaneler üreterek evdeki büyüklerimden izin almaya çalışırken, bugün maalesef büyük şehirlerde hayat süren bizler köylerimize, doğup büyüdüğümüz yerlere “özel izinler” dışında gidemiyoruz!

Bu ülkenin insanlarının doğup büyüdüğü, havasını teneffüs ettiği, tarlasında sebzesini, fındığını, pamuğunu ekmek ve çayını toplamak için bile memleketine izin alarak gidiyor olması gerçekten insana hüzün vermiyor değil!

Çayeli Ziraat Odası Müdürü kıymetli dostum Ömer Küçükislamolu ile olan son konuşmamızda Rize’ye çay toplamak için gelecek olan hemşerilerimizin “çay tarımı yaptığına dair bir belge“ alması gerektiğini aksi halde ileri ki günlerde Rize’ye girişin çok zor olacağını söylediğini duyunca, aklımdan evdeki büyüklerimden izin alarak gittiğim “ilk yayla ve ilk Çayeli günlerim” geçti!

Bu saatten sonra, büyük şehirlerde yaşayan insanımızın özlemini duyduğu, doğduğu ve kişiliğinin oluştuğu güzelim köy, belde ve şehirlerine, “havadan, karadan ve denizden” gidememekle karşı karşıya kalması gerçekten de hepimiz için üzüntü veren bir durumdur.

Dünyada olup bitenlerle ilgili yazılı ve görsel basından takıp ettiklerimizin dışında bende gündemde ki meselelere farklı bir boyut getirerek kenarından köşesinden de olsa karşı karşıya olduğumuz bu zor durumu irdelemek istedim.

Ama biliyoruz ve inanıyoruz ki; bu günler öyle ya da böyle geçecek.

Millet olarak; en yakın zamanda özgürce hiçbir makamdan “izin almadan” huzur içinde tüm ulaşım araçlarını kullanarak serbestçe seyahat edeceği günlere ulaşmak temennisiyle…

Görüşmek üzere, Allah’a emanet olun…


Nereden nereye!

Abdurrahman Akın

20.04.2020 16:04:45

1223