Abdurrahman Akın

Tarih: 05.01.2019 17:59

“Yaşamak; günde üç öğün yemek yemek değildir!”

Facebook Twitter Linked-in

Doğup büyüdüğümüz baba ocağımızdan göç ettiğimizden bu yana, dün köylerinde hayat mücadelesi veren insanların yaşadıklarını bugün ki kuşağa anlatmak çok zor olsa da; yaşadığım o zaman dilimlerinde günü gününe tutmuş olduğum “zihnimde ki hatıra defterim” bunları bana yaz diye dikta eder sürekli!

Şu tespiti yaparak yazmak istediklerime kapı aralamak isterim… Çocukken dış dünyanın etkilerine bugün ki gibi mazur kalmadığımız için çok mutluyduk. Bu mutluluğun temel nedenlerinden bir tanesi de köy yaşantısının içinde nefes alıp veriyor olmamızdı.

Benim çocukluğumda, henüz emekleme çağında, yani “beşikte sallanmayan” bebeklerin dışında kalanlar “bir baltaya sap olurdu” köy hayatında! Yetişkin çocuklar; tarlada, ormanda, hayvanlara çobanlık yaparak katkı sunardı aile hayatına…

İşte bu koşuşturma içinde her bir çocuk köy yaşantısı ortamında hayata dair her şeyi öğrenirdi. Yukarda zikrettiğim işlerde ailesine yardım eden çocuklar “özel bir eğitime” tabi tutulmadan hayatı ve onun zorluklarını öğrenirdi. Bu öğrenme serüveni sadece kendi ailesiyle sınırlıda değildi elbette. Komşular elbirliği yaparcasına tüm köy çocuklarını hayata hazırlardı dersem abartmış olmam sanırım.

Her hangi bir makineye dayanmadan köylerde sabırla üretilen her ne varsa büyük bir emeğe dayanırdı ve onun için her şey çok kıymetli ve değerliydi.

Dedim ya yaşarken her çocuk her şeyi öğrenirdi diye…

Mesela dikkat çekici bir örnek vermek istiyorum. Hayatı boyunca “sağını ve solunu” bilmeyen birçok insana rastlamamıza rağmen çocukken şunu öğrenmiştik. Ahırlarımızda ki inekleri sağmaya giden analarımızın “inekleri sol taraftan sağmadıklarını” bilakis buna nasıl tepki verdiğini ve ineklerin bu konuda ne kadar hassas olduğunu bizzat gözlemleyerek bize öğretirlerdi!

Yaşarken öğrendiğimiz bir gerçekte “aile reisi” kavramıydı. Bugün ki çakma reislerden olmayan aile büyüklerinden birisi hakiki manada “aile reisliği” yapardı her evde. Mesela bizim evde bu kişi rahmetli “Muhammet (Rojon) Amcamdı.” Reis ailede ki birliği sağladığı gibi verdiği adil kararlarla ailenin huzurunu temin etmekle görevliydi.

Şunu da hemen ifade edeyim. Köyün kültürel hayatına katkı sağlayan “köy imamı” ve “köy öğretmeni” gerçekten çok önemliydiler. Ben çokça şahit olmuşum, Öğretmen yahut İmam olarak görev yapan kişilerin köye kattıkları değere. Kendi aslı görevlerinin dışında köylünün her işine koşan bu insanlar öyle alışırlardı ki köylerimize, tayin yâda başka bir gerekçeyle gitmek istemezdiler köylerden.

Köylerin öğrenme konusunda ki bütün bu avantajlarının yanında, diyebilirim ki; bize verilen işleri severek yaptığımız gibi sanal dünyayla tanışmamış olan biz çocuklar oyunlarımızı eğlenerek, keyf alarak oynardık.

Köy çocuklarının tatil yerleri pahalı tatil köylerinde yâda deniz kenarları değil aile bireylerinin bir kısmıyla birlikte çıkılan yaylalardı! Bu tatil hem çalışmanın, üretime katkı sağlamanın, eğlenmenin, nefes almanın hem de yeni bir şeyler öğrenmenin adıydı.

Bütün bunları niye yazıyorum diye düşünenleriniz olacak elbette!

Yaşamak günde üç öğün yemek yemek değildir de ondan yazıyorum! Çünkü bunu bugün yaşadığımız her yerde hamd olsun sağlayabiliyoruz. Demem o ki; köylerimiz bir zamanlar bize çok ama çok cömert davranıyordu. Yediriyor, içiriyor ve öğretiyordu. Şimdi ne oldu bu topraklara? Yoksa bizi “beslemeyecek kadar çoraklaştı mı?!”

Evet sizi duyar gibiyim ne diyor bu adam diye! Ama şunu inanarak söylüyorum ki; hepimiz yanılıyoruz! Bütün kabahat, gelişigüzel köylerin boşalmasına sebep olan devlette ve buna rıza göstererek ayak uyduran biz ve bizden önce ki kuşaklardadır!

Şuna da inanıyorum. Köylerimizin güzelliğini, havasını, suyunu, tarlasını, yaylasını, bugün ki çocuklarda eski akranları gibi çok seviyor.

Onun için diyorum ki; yaşadığımız büyük şehirler “hava kirliliği, trafiği, kalabalıkları ve psikolojik bunalımları” nedeniyle önümüzde ki on yıllarda belki de hiç yaşanmaz hale gelecektir!

İşte bu durumun kısa ve daha uzun vadede ki çözümü; “insanımızın yeniden toprağıyla buluşmasıdır!” Teknolojide sınır tanımayan ülkeler bunun çözümü için her yıl “uzay çalışmaları” için milyar dolarlar niye harcıyor sanıyorsunuz! Onların bu çalışmalarına hayretle bakan bizlerin dönüp kendi topraklarımıza bakmaması hayret verici bir durum değil mi?

Biz kimdik, neydik, ne olduk, ne olmak istiyoruz!

Giriş cümlemde; biz büyürken bir yandan da hayata dair her şeyi öğrenirdik demiştim. Bugün ki cemiyette; aile, okul, sokak, toplumun arzu ettiği, kendisine ve insanlığa faydalı ve değerli olması gereken “çocuklar yetiştirmeye” maalesef ki elverişli değil. Bunun sebeplerini aslında birçok yazımda da irdeliyorum. Bugün çocuklarına sahip çıkamayan milyonlarca aile, onların kalabalık şehirlerin loş ve izbe sokaklarında heder olmasını izlemekle yetiniyor!

Bu dünyada her şeyin bir bedeli olduğunu öğrenmek hayatımızın büyük bir bölümünü oluşturuyor. Köylerimize, doğal olarak toprakla olan hikâyelerimizin devam etmesi için, ilk başta kendime sonrada sizlere şiddetle tavsiye ediyorum ki; yakın gelecekte Dünya büyük bir tarımsal ve hayvansal dar boğaza girecek, bizim saklı cennetimize sahip çıkıp hem kendimiz için hem de ülkemiz için yeniden üretmeye başlamamız lazım. Yoksa yarın çok geç kalmış oluruz.

Milyonlarca insanın yolunu, suyunu, havasını kirlettiği, gürültünün ansızın kulaklarımızı tırmaladığı ve her gün sağlığımızdan olduğumuz büyük şehirlerin şaşaalı(!) ortamında değil; kuşların cıvıltısıyla sabaha uyanmanın özlem ve hasreti sizi bilmem ama bende hiç ama hiç eksilmedi!

Senelerce beni bu konularda yazmaya iten şeyin; yazılması gereken çok şeyler olduğunu ve ben yazmazsam hiç yazılmadan kalacağı konusunda ki endişemdir!

Onun için yazdıklarıma bu açıdan da bakın isterim. Sizler bugün bakmasanız da, yarın ki günde mutlaka birileri tarafından “değerlendirilecek” diye umut ederek bıkıp usanmadan yazmaya devam edeceğim bu konuları!

Görüşmek üzere; Allah’a emanet olun…


Orjinal Köşe Yazısına Git
— KÖŞE YAZISI SONU —