“Bir toplum kendi özündeki nitelikleri değiştirmediği sürece, Allah onların durumunu -ister iyilik, ister kötülük yönünde olsun- değiştirmez…”
(O hâlde kötülüğü tercih edenler, tercih ettikleri yönde değişime uğramaya mahkûmdurlar.)(Rad: 13/11)
“Allah’ım! Recep ve Şaban aylarını hakkımızda hayırlı kıl ve bizi Ramazan ayına ulaştır.”
Müslüman toplumu olarak hayatın her alanında, hepimizi içine alacak şekilde bir “eksen kayması” yaşadığımız aşikârdır.
Bir zihniyet değişimi içindeyiz. Değerlerimizden hızla uzaklaşma; bizi biz yapan değerlerden kopuş, İlahi olanı terk edip beşeri/dünyevi olana yönelme çabası içindeyiz.
Yönelişimiz hep maddi olandan yana olunca, dünyevi istek ve arzular ağır basınca, kötü tercihlerimiz kaderimiz haline gelmiştir. “… Onları döndükleri o yaşam biçiminde kendi tercihleriyle baş başa bırakırız…”(Nisa, 115)
Bu bir hastalık olsa eğer, “dördüncü evre kanserle” eşdeğer bir hastalığa benzetilebilir. Bir organda başlayıp vücudun diğer organlarına bulaşan ve neticede tüm vücudu kuşatan bir hastalık gibi.
“İman yetmiş küsur şubedir. En üstünü ‘La ilahe ilellah: Allah’tan başka ilah yoktur’ sözünü kabul etmek; en altında ise insanlara sıkıntı veren bir şeyi yoldan kaldırmak vardır. Hayâ da imanın bir şubesidir.”(Buhari, Müslim)
Bu şubeler imanın etrafındaki manevi kaleler gibidir. Bu kaleler birer birer hasar aldığında ya da yıkıldığında “iman kalesi” savunmasız hale gelecektir, gelmiştir de. Bu teşhis, aşağı yukarı tüm Müslümanların ortak kanaatidir. İspata gerek duymayacak kadar aşikâr, görünür bir vaziyettedir.
“Şehvet, şöhret, servet” peşinden koşup duranlar; hem sahip oldukları ahlaki erdemleri kaybediyor, hem de “uyuşturucu, bahis, kumar, piyango, at yarışı ve daha birçok helak edici” şeytani tuzaklara düşüyor.
“Mabedinden, makablinden ve mabudundan” kopan insanın maksuduna/maksadına ulaşması mümkün müdür? Hızla değerlerimizden uzaklaşıyoruz. Allah’ın yeryüzünde en sevdiği yerler olan mescitlerden uzaklaşıyoruz.
Alışveriş Merkezlerinin; oyun sahalarının, eğlence yerlerinin, gayr-ı meşru yerlerin “gönüllü müdavimleri” haline geldik. Kötü muamele, kötü tezahürat, küfürlü sloganlara rağmen bir kırgınlık, bir öfke, bir tepki gösterme, boykot aklımıza gelmiyor.
Kundaktaki bebeğe varıncaya kadar; yaşlısından gencine, yedisinden yetmişine, başı açığından başı örtülüsüne, hava şartlarının onca ağırlığına rağmen “kombine biletlerimiz” hazır.
Cami ve mescitlerin ise “gönülsüz misafirleri” haline geldik. Nazlı, kırılgan, nasihate kapalı, alıngan Müslümanları olduk. “Bir daha gelmem ha…” isyan bayrağını hemen çekiyoruz.
Müslüman kendi elleriyle kendisini böyle bir hastalığın pençesine düşürürse ve bu hastalık tüm bedeni sararsa artık “ne lazer tedavisi fayda eder, ne ışın tedavisi, ne de kemoterapi.” Ne söz fayda eder, ne nasihat, ne de musibet…
Fayda edecek tek bir şey vardır o da, “zararın neresinden dönülürse kardır” deyip ayağa kalkmasıdır.
İşte mübarek üç aylar… “Rahmeti kendisine ilke edinen” Rabbimizin açtığı bir arınma mevsimi. Bizi değerlerimizden koparan tüm “şeytani düzenlere, tuzaklara” meydan okuma iklimi.
Yeniden bir diriliş, yeniden uyanış, “isyan ahlakını” devreye sokma fırsatı. Özümüze dönme imkânı. Kaderimizi olumlu yönde şekillendirme, Allah rızasına uygun hale getirme gayreti.
Çoğu insan denemekten korkuyor ve bu değişime yanaşmıyor. Kötü gidişatı değiştirme çabasına girmiyor. “Hâlbuki başaranlar hep bir yerden başlayanlardır.”
(21 Aralık 2025) Pazar günü üç ayların ilki olan Recep ayının ilk günüdür. (25 Aralık 2025) Perşembeyi cumaya bağlayan gece de Regaip Gecesidir.