Her sabah uyandığımda, ilk aklıma gelenler bunlar oluyor…
Gözlerimi açtığım anda, dün geceyi göremeyen binlerce insana göre hâlâ nefes alabiliyor olmak, benim için büyük bir nimet.
Eğer bu sabah hasta değil de sağlıklı uyanmışsam, milyonlarca hasta insandan daha şanslıyım demektir.
Bir savaşın ortasında değilsem, bombaların sesiyle uyanmıyorsam, işkence ya da ölüm tehdidiyle karşı karşıya değilsem; dünyadaki milyonlarca mazlum insana göre çok daha huzurluyum.
Kilerimde ya da buzdolabımda yiyecek bir şeyler varsa, sırtımı örtecek bir elbisem ve başımı sokacak bir evim varsa; dünyadaki üç milyar insandan daha zenginim demektir.
Cebimde bir miktar da olsa param varsa, banka kartım varsa, dünyanın imtiyazlı bir milyar insanı arasındayım.
Ve eğer bu yazıyı okuyabiliyorsam, okuma-yazma bilmeyen iki milyar insandan biri değilim demektir. Bu bile başlı başına bir ayrıcalıktır.
Hepsinden önemlisi, ailem yanımdaysa, annem babam hayattaysa ve boşanmamışlarsa, eşim ve çocuklarımla huzurlu bir yuvam varsa…
İşte o zaman bu dünyadaki en nadir insanlardan biri olurum. Çünkü gerçek zenginlik, evin içindeki huzurdur.
(Ne yazık ki ben bu konuda o kadar şanslı değilim; annemi ve babamı kaybettim… Bu şansı artık yakalayamam belki ama kıymetini bilenlere bir hatırlatma olsun istedim.)
Bütün bunların farkına varmak, hayatın karmaşasında gözden kaçırdıklarımızı yeniden görmeyi sağlıyor bana.
Gün doğduğunda, gözümü açtığımda, artık sadece işlerimi düşünmüyorum… Önce şükrediyorum.
Sağ olduğum için, sevdiklerim yanımda olduğu için, aç olmadığım, sokakta yaşamadığım için…
Ve her şeyden çok, insan gibi yaşayabildiğim için.
Unutmayalım: Hayat bize her gün şikâyet edecek sebepler sunar. Ama aslında şükredecek ne çok şeyimiz var…
Siz de sabah kalktığınızda şöyle bir durun ve düşünün… Belki her şey yolunda değil ama her şeyin yolunda olması için hâlâ bir şansınız var.
O hâlde ne duruyorsunuz? Hâlinize çokça şükredin…
Abdullah Uzun