Yusuf KAMBUR

Tarih: 08.05.2014 09:21

İslam'a göre her gün anneler günüdür

Facebook Twitter Linked-in

 
“Hani inkâr edenler kalplerine taassubu, cahiliye taassubunu yerleştirmişlerdi. Allah da elçisine ve müminlere sükûnet ve güvenini indirdi, onların takva sözünü tutmalarını sağladı. Zaten onlar buna lâyık ve ehil kimselerdi. Allah her şeyi bilendir.” (Fetih: 48/26)

Bir “anneler günü”ne daha girerken Müslüman bir toplumda asla bulunmaması gereken “cahiliye taassubu”nun önü alınamayacak şekilde yayıldığına şahit olmaktayız.

İslâm literatürüne “Cahiliye dönemi” olarak giren dönem, Hz. Peygamber (sav) gelmeden önceki dönemi ve bu dönemde yaygın olan aşırılıkları ifade etmektedir.

Cahiliye taassubu, cehalet hastalığı Hz. Peygamber (sav) döneminde kâfirlerin kalbini saran öfke, kin, taşkınlık ve intikam arzusuydu.

Kâfirler öyle bir öfke hastalığına yakalanmışlardı ki, İslâm’a ait her şeyden nefret eder bir hale gelmişlerdi. Bağnazlığı cehaletle yoğurarak küfürde katmerleşmiş, kalpleri taş kesilmişti.

Allah’ın peygamberini ve beraberindeki müminlerin umre yapmalarına, Kâbe’yi tavaf edip, kurban kesmelerine tahammül edemiyorlardı. Müslümanlar Mekke’ye girerlerse gururları ayaklar altına alınmış, mağlup olmuş sayılacaklardı.

Böylece “Cahiliye hamiyeti” kâfirlerin bir özelliği, “huzur ve sekinet”te müminlerin özelliği kılındı. Ölçüsüz davranışlar, kontrolsüz öfke, kin ve nefretle hareket kâfirlerin özelliği; sabır, sükûnet, ağırbaşlılık ta müminlerin güzelliği olmuştu.

Ve cahiliye taassubu maalesef geri döndü. Hem öyle bir kin, nefret, öfke ve intikamla geri döndü ki, ne aile bıraktı, ne anne-baba, ne eş, ne de çocuk! 

Hz. Peygamber (sav) zamanında bu taassup kâfirlerin bir özelliğiyken bu gün Müslüman toplumu saran bir veba halini almış durumda. 

O dönemin kâfirleri “Ya bizden olursun, ya da ölürsün!” derken; bu günün cahili “Ya benim olur, bende kalır ya da ölürsün!” demektedir.

Çehreler başka, lisanlar, deriler rengârenk;
Sâde bir hâdise var ortada: Vahşetler denk.

Şu güzelim ülkede, yüzde doksan dokuzu Müslüman gözüken bir toplumda her sabah bir vahşet haberiyle uyanmıyor muyuz? Akla hayale gelmeyecek, en vahşi canavarların bile yapmayacağı vahşiliklerle karşı karşıya değil miyiz?

Dün çok sakin, olgun bir komşumuz gibi gözüken biri bu sabah uyandığımızda geride nice canlara kıymış bir cani olarak karşımıza çıkabilmektedir. Annesinin boğazını kesmiş, çocuklarını hunharca öldürmüş, eski eşini sokak ortasında bıçaklamış vs. vs…

İmanlarına sadık kalmayan müminlerden Allah (cc), sekineti, huzur ve güveni yavaş yavaş almaya başlamıştır. Müminler Takva’ya tutunmayı bırakınca, Takva’da onları tutmaktan vazgeçmiş kendi halleriyle baş başa bırakmıştır.

Müslümanlar “La ilahe İllellah” sözüne sadakat göstermediklerinden, liyakatlerini kaybetmişler ve “Ey kalpleriyle değil dilleriyle iman edenler!” seviyesine gerilemişlerdir. 
İman bedendeki kuvvetini, gücünü, insanı insan kılma özelliğini kaybedince cahiliye taşkınlığı onun yerini doldurmuş ve Müslüman’ı aşağılar aşağısına çekmiştir. Sonuçta insanı kontrol eden zincirler kırılmış ve kıyamet kopmuştur.

Gözünü kırpmadan masum bir cana kıyabilecek bir vahşiye çevirmiştir. Allah’a söz vererek emanet olarak nikâhladığı eşini, kulu ve kölesi haline getirmiş, ne yaparsa yapsın kendisinden ayrılmayacak bir meta gibi görmüştür.

Cahiliye taşkınlığı kişiyi bencilleştirmiş, gözüne kestirdiğini nikâhına alabileceği bir anlayışa sokmuştur. Birlikte olma veya evlenme teklif ettiği kızdan alacağı “hayır!” cevabını ölüm fermanı haline dönüştürmüştür.

Nikâhı altında türlü eziyetlere maruz bıraktığı, sözlü ve fiili işkenceye maruz bıraktığı eşinin “ayrılma isteğini” hazmedemeyip, “Ya benim olur, benimle kalır ya da ölürsün!” sloganı haline getirmiştir. Sahip çıkma adına öldürmekten geri durmamıştır.

Cahiliye döneminde bir erkek kadını nikâhı altında tutar ama kocalık vazifesini yapmazdı. Eşini boşamadığı için kadın ne kocasından erkeklik görür ne de başka bir evlilik yapabilirdi. Günümüzde de aynı uygulamalara tanık olmaktayız. 

Koca ayrıldığı eski eşinin başka bir evlilik yapmasına tahammül göstermiyor, kadının bu yolda atacağı her adım ölüm fermanını imzalamak anlamına geliyor.

Cahiliye taşkınlığı öyle bir salgın haline gelmiş ki, en küçük bir anlaşmazlıkta, bir tartışma veya kendisine söylenen bir söz karşısında öfkeden çıldıracak hale gelmekte, en küçük meselede bile küfür, hakaret, sözlü ve fiili saldırıya dönüştürmektedir.

Cahiliye taşkınlığı öyle bir hastalıktır ki, ne okumakla, eğitim seviyesinin yüksekliğiyle ne üniversite bitirmekle tedavi oluyor. Atalarımızın ifadesiyle “İlim gelir cehaleti alır, eşeklik baki kalır.” 

Sosyolojik ve psikolojik sorunların insanları sardığı bir ortamda “dini inanç” insanı kontrol altında tutan, sakinleştiren bir görev icra etmekteydi. İnanç da zayıflayınca öfkeden çılgına dönmüş insanı durduracak bir güç ve otorite kalmamıştır.

Hakareti erkeklik, intikam almayı meziyet, şiddeti cengâverlik ve öldürmeyi kahramanlık görmeye başlayan bir bozulma yaşanmaktadır.

Bu kötü gidişata dur demenin birçok boyutu ve onlarca yolu bulunmaktadır. Biz dini açıdan bakacak olursak çözüm ilgili ayetin içinde gizlidir: “Onlara Takva sözünü gerekli kıldı…”

Yani Müslümanlar Hz. Peygamber (sav) dönemindeki saadete kavuşmak istiyorlarsa “Takva sözü” olan “Kelime-i Şahadet”e sımsıkı sarılmalı, Allah’a karşı sorumluluk bilincine ulaşmalıdırlar.

Kalbinde Allah saygısı, Allah korkusu, Allah sevgisi, sorumluluk bilinci, kul hakkı anlayışı kalmamış olan bir kişiyi hiçbir koruma tedbiri insan öldürmekten vazgeçiremez. Bunun yanına koruma koysanız gider bir başkasının canına kıyar.

Sonuç olarak şunu söyleyelim: “Bu insanların işlediği her suçta Müslüman toplumu olarak en az onlar kadar suçlu olduğumuzu unutmayalım! Onlar uzaydan gelmedi. Bizim bahçemizde yetişen ayrık otlarıdırlar.”

Sanırım, insanların her suçunda ben varım; 
Günah uzun bir kervan, ta ucunda ben varım!    (Necip Fazıl)

İslâm’a göre her gün “anneler günü” dür. Ve anne-baba rızası, ucu cennete uzanan bir saadet yoludur. Cumanız mübarek olsun…
 
Orjinal Köşe Yazısına Git
— KÖŞE YAZISI SONU —