Yaşadığımız bu zamanda, birilerinin ne olursa olsun “bize inanın, en doğrusunu biz yaparız” diye söyledikleri yalanlarına ve iyi niyetimizi suiistimal etmelerine diyecek sözümüz ve sağlam bir duruşumuz olmalı artık!

Yalan; bugün ki insanın, özellikle siyasetçilerin gerçeklerden en kolay kaçış yollarından birisi oldu maalesef!

Bir insan yalan yerine “yapabileceklerini” ve ya “yapamayacaklarını” niye açık yüreklilikle söylemez anlamak mümkün değil!

Ebeveyinler çocuklarına, çocuklar ana/babalarına; amir çalışanlarına, çalışanlar amirlerine; arkadaş arkadaşına ve nihayet toplumun her kesimine birden siyasetçiler yalan söylüyor!

Siyasetçinin yalanları ise çoğu zaman gerçeğin üzerini örtüyor ve kendilerine ait yalandan beslenen bir gerçek oluşturarak toplumu “ikiyüzlülüğe” sevk ediyor!

Eğer söylediğimiz şeyler doğru değilse ve insanları aldatmaya yönelikse bu bir yalandır.

Sabahtan akşama gözümüzün önünde resmigeçit gibi geçip giden siyasetçilerin yalanlarından hepimiz bıkıp usandık!

Siyasetçilerin yalanlarına inananlara ya da işlerine geldiği için inanma eğiliminde olanlarla uzun zamandır siyaset ve siyasetçiyi konuşmadığımı yeri gelmişken belirtmek isterim.

Her türlü yalanının boyutlarını ve verdiği zararları birebir toplumun her kesiminde gözlemleyen birisi olarak söylemeliyim ki; siyasetçinin yalanlarına inanan insanların ahlaki değerleri çok büyük erozyona uğramıştı.

Durum böyle olsada, maalesef insanlar çeşitli yalanlar/bahaneler üreterek haklı olduğuna kendi kendini ikna etmiştir; ve bu aciz durumun farkında bile değildir!

Yalanın hayatımızda beslediği bir diğer olumsuz durum; “söz verip yapmamaktır.”

Duyarlı olan insanlar ne söylemek istediğimi çok iyi anlayacaklardır.

İnsanlara; “yaparım-ederim” diye söz verip “sözünde durmamak” bana göre yalan söylemekten daha ahlaksızca bir davranış biçimidir.

Farklı düşüncedeki insanların siyasi partilerle organik ilişkileri olmadığı için ya da söylemekten imtina ettikleri sorunlarının halledilmesi için “aracı insanlara” müracaatı söz konusu olabiliyor.

Kendimden misal vereyim.

Neredeyse her hafta birkaç yakın-uzak tanıdığım benden hakkı olan ya da mağdur edildiği bir işi için yardım ister.

Ben her siyasi partide ya da önemli bir kurumda görev yapan tanıdığım insanlarla ilişkilerimi “fikir üzerinden değil”, dostluk üzerinden ve karşılıklı saygı çerçevesi içinde yürüttüğüm için, derdini bana söyleyen insanların işlerini yapmak için elimi taşın altına koyarım!

Sizi temin ederim ki; artık ne dostlar eski dostlar, ne arkadaşlar, ne tanıdıklar ne de siyasetin zirvelerinde kendisine yer edinen o eski tanıdık siyasetçiler “eski tanıdığım insanlardır” artık!

Artık herkes herkesten kaçıyor, birçoğu ise kaçmayı marifet de sayıyor!

Bu yaz memleketim Rize’ye gidince birçok derdi olan insanlarla hasbıhal ettim.

Herkesin derdi var ve bu dertleri halledecek, çözüm üretecek kişiler, makamlarının ve kibirlerinin altında kalmışlar!

Bir zamanlar burunlarından kıl aldırmayan birçok insanı, bugün “ iktidarından düşünce” ne halde olduklarını birebir görüyoruz hepimiz.

Yani insan; “ne oldum değil ne olacağım” düsturu içerisinde hayat sürmelidir.

Hâlbuki o makamlar ve mevkilere birilerinin sayesinde gelmişlerdir bu kişiler.

İnsanlara adil ve eşit bir şekilde hizmet etsinler diye görev verilmiş bu kişilerin çoğu karar almak ve uygulamak için kendisini oraya atayan siyasetçinin ağzına bakar olmuş.

Sorun zaten burada.

Daha önce liyakat üzerine yazdığım yazıda ifade ettiğim gibi;

“Adil olmayan idarecilerin en çok korktuğu ses; hak arayan ve haksızlık karşısında susmayan insanın sesidir!

Mahkemenin “kadıya mülk olmadığını” bir gün herkes öğrenir.

Kimisi erken, kimisi geç öğrenir, ama mutlaka öğrenir!

Başkalarının gücüne inanan ve içine düştüğü yetersizliğe kılıf arayarak bütün kişiliğini birilerinin emrine sunarak “güç gösterisinde” bulunarak adaletsizliğin kaynağı olan yönetici sınıfının yaşadığı bir cemiyet de yazı yazmak, olup bitenleri sorgulamakta, gerçekten ama gerçekten çok zor bir durumdur!...”

Son olarak şu tespitlerimi yazarak konuyu bağlamak istiyorum.

İnsanların sorunlarını çözerken, menfaat elde etmeyi düşünen ve onların çaresizliklerini sömüren kim varsa benim gözümde “ahlaksız ve haysiyetsiz kişilerdir!.”

Toplumu ayakta tutan, sevgiyi çoğaltan, daha güzel bir gelecek inşa eden temel şey; insanların birbirleriyle “yalansız riyasız” kurdukları yardımlaşma ve dayanışma duygusudur.

Unutmamak lazımdır ki; insanların birbirlerine çıkarsız yardım etmesi, birliğimizin, sosyal hayatımızın, dayanışma duygumuzun, birbirimize olan sevgi ve saygının çoğalmasıdır.

Bütün bunları yazan ben, yinede “artık yapacağımız bir şey yok” düşüncesinde değilim elbette!

Çevremizde çok az sayıda da olsa şükür ki her düşünceden; “yalan söylemeyen”, “ihtiyaçlar üzerinden insanları sömürmeyen” güzel insanlarımız var hala.

Görüşmek üzere; Allah’a emanet olun.


Rasim Kurt
25.09.2021 22:57:57
Şu bir gerçek ki, insan zihni, yalan da olsa bir olumlamayı hızla kabıl ederken, doğru da olsa bir olumsuzlamayı kabul etmekte direnir. Bu özellik, siyasi ve reklam dünyasının baş stratejilerinden biridir. Ve bu yüzden yalancılar revaçtadır..

Meryem Beyaz
26.09.2021 11:36:25
Dürüstlük çok pahallı bir armağandır. Ucuz kişilerden beklenmemeli. Siyasetçiden hiç beklenmemeli.

Ömer Kızıl
4.10.2021 19:55:40
Hiç kimse geçmişini unutmamalı , ne oldum dememeli. Hayat çok şeye gebe çünkü.

İnsan ne oldum değil, ne olacağım demeli!

Abdurrahman Akın

25.09.2021 12:55:06

352