Köyler, kasabalar, şehirler kısaca dünyamız değişti ve değişmeye devam ediyor!

Bu yeni dünya ile birlikte doğal olarak insanda değişiyor!

Gökdelenler nasıl şehirlerimizi çirkinliğe mahkûm ediyorsa; bu olgunun etkileri de insanın ruhunu kirletip onu kaçınılmaz olarak değiştiriyor!

Bu durumu yazmaya çalıştığım insana dair “olumlu-olumsuz” her hikâyemde anlatmaya gayret ediyorum.

Yaşadığımız yerlerin ve buna bağlı olarak insanın değişiminin olması nerdeyse kaçınılmazdır.

Bu değişimin olumsuz manada hayat bulmaması için elimden ve gönlümden geldiğince direnmeye çalışsam da bugüne kadar; eski “insanı tatlardan” yani nezaketten, merhametten, anlayıştan, samimi dobralıktan, yardımlaşma duygusundan pek az güzellikteki değerlerin geride kaldığını artık düşünüyor ve kabul ediyorum.

Bu gerçeğe rağmen; az kalan güzelliklerle yetinerek en azından hala “olumlu düşünen, güzel konuşan, iyi davranan” duygu ve düşüncede ki insanların sayısını çoğaltmak gibi bir görevimizin olduğuna kendimi ikna ediyor ve bu düşünceden yola çıkarak “iyiyi ve güzeli” göstermeye gayret ettiğimiz “o gönül kapımızın” kapanmaması” için gayet ediyorum.

Çoğumuzda şu duygu olur diye düşünüyorum.

Eski insanların varlığından kaynaklanan yaylaların, köylerin, şehirlerin renkli ve insanı yanlarını özlemek ve hatırlamak bize huzur veriyor.

Sizi bilmem ama bu duygu benim gönül dünyamda çok fazla hayat buluyor.

“Ah benim çocukluğumda böyle miydi?” nakaratının dünyamızda neye karşılık geldiğini bugün daha iyi anlıyorum/anlıyoruz artık!

Hayatımızı anlamlı kılan “iyi/kötü” hadiselerin yerini dolduramamak büyük bir eksiklik maddi ve manevi dünyamız için.

Yüksek binalar, arabalar, sinema ve tiyatro salonları, elimizin altında ki internet,ucu bucağı olmayan “sosyal ağlar” ve bu ağlarda gezinirken sohbet ettiğimiz insanların hiç birisi ama hiç birisi; “Şemkehot Yaylasında” ki “Pag’ın/evin” önünde ki taşın üstüne çıkarak sevdiğimiz üç beş dostumuzla birlikte söylediğimiz türkülerin karşılığı bile olamıyor.

Kalabalık şehirlerin avucumuzun içi gibi bildiğimiz cadde ve sokakları bile dolambaçlı geliyor bize ve bir türlü içinde çıkamıyoruz!

Daima ifade ettiğim gibi; hayatı okumak, anlamak ve sorgulamak, şuurumuzun seviyesine göre değişir. Doğumdan ölüme kadar bilmeye/öğrenmeye programlanmış insanoğlu maalesef daha çok bildikçe ve daha çok kazandıkça “daha çok uzaklaşmaktadır kendisinden” diye düşünüyorum!

Dilimin döndüğünce anlatmaya çalıştığım insanı dertlerden şikâyetçi olanlarımızın bir arayışın içinde olduğunu da gözlemliyorum. Fakat bu arayışın içinde olanlarımız; giderek kalabalıklaşan ve ihtiyaçların artığı cemiyette derdine derman olacak çıkış noktaları bulmakta zorlanıyor!

Çılgın bir tüketim refakatinde hayat süren insan kendisinden ilerde olana ayak uydurma gayreti içinde bir yarışın tam ortasında ve her şeyini akıntıya kaptırmış bir vurdumduymazlığın içinde debelenip durmaktadır.

Ve çoğumuz bunun farkında bile değiliz!

Maalesef bu açmazlarımız; her ne pahasına olursa olsun mutlu ve huzurlu olayım benim dışımda ki dünya nasıl olursa olsun mantığını doğurmakta ve toplum gitgide bencilleşmektedir.

Hâlbuki ki; insanın yapıp ettikleri, düşüncesi ve vicdanı onu yaratılanlar arasında farklı kılan en önemli değeridir. Maalesef insan bu değerleri önce kendisi istismar ediyor sonrada birilerine istismar ettiriyor ve hiçbir şekilde bu durumdan şikâyet etmiyor.

İnandım diyecek ve inandıklarının “edebiyatını” yapmaktan geri durmayacak sonrada ideal bir hayat sürdüğünü düşüneceksin. Bu en hafif ifadeyle insanın sorunlardan kaçarak kendisini kandırmasıdır.

Maalesef yaşadığımız zamanın en büyük problemi insanın kendisi olmaya devam ediyor!

İnsan, etrafında olup biten birçok olumsuzluğu görürken, görmemezlikten gelme maharetini gösterebiliyor!

Pekâlâ; bütün bu olumsuz gidişata karşı sessiz ve silik kalmaya çalışsak ve “göz yumsak”, vicdan denilen kontrol mekanizmasından nasıl kurtulacağız!

Hâlbuki çevremizde gördüğümüz ve bizzat yaşadığımız manzaralar hiç de iç açıcı değil.

Zamanımızın insanı bencil, ikiyüzlü, yardımlaşma duygusundan uzak, gözünün önünde hayat bulan zulümleri, haksızlıkları umursamıyor!

Bir kez daha insana dair endişelerimi ve açmazlarımızı sizlerle paylaşmak derdindeyim.

Maalesef bu ülkenin insanının davranışlarına şuurlu bir gözle baktığımızda gördüğümüz gerçek şudur; çoğu insan toplum menfaatine hareket ettiğini söylerken yalan söylemektedir.

Toplumu yönlendirmesi gereken fikir adamları, entelektüellerimiz, medya organları ve sivil toplum örgütlerimiz de bu yalan furyasının aktörleridir!

Giriş cümlemde yaşadığımız mekânlar gibi “insanda değişti/değişiyor” demiştim.

Bu değişim sürecinde insana dair benim hayretle gördüğüm ve müşahede ettiğim en olumsuz gerçek şudur; ülkemizin insanı kendini ve geleceğini ilgilendiren birçok hayati meselede maalesef “suskun ve teslimiyetçi kalıyor!”

Bunun en başta gelen sebebi ise üzülerek ifade etmeliyim ki; insanın “her türlü güç karşısında” gösterdiği zaaftır!

Görüşmek üzere; Allah’a emanet olun…


Mustafa Yılmaz
22.10.2020 16:15:11
O kadar haklı bir konuya değindiniz ki sizi tebrik ederim. Yalnız bazılarına kapıyı açmamak üzere kapamak lazım söylemiş olayım.

Esra Genç
23.10.2020 16:49:25
Eski insanlarla birlikte kapılar yavaş yavaş kapanmaya başladı.

Ayhan Kara
23.10.2020 18:10:43
Onu bunu bilmem,bildiğim on yıllardır uygulanan politikaların kurbanı oldu insanlar.Şehirleri tıka basa dolduran insan mutsuzdur,huzursuzdur, gelecek endişesi vardır.

Nurten
26.10.2020 12:45:11
Muhteşem bir yazı kaleminiz var olsun

Her şeye rağmen kapıları kapatamayız!

Abdurrahman Akın

22.10.2020 09:50:47

14