Bâzen uzun, bâzen kısa adımlarla ilerliyorum,
Sonsuzluk denen yolun kenarında…
Giymişim üstüme beşer libâsını, eylemişim âlemi temâşâ
Kimileri ağlamakta, kimileri gülmekte Görmemiş gibi, devam edesim gelmişti bu hayât yolculuğunda…
Kim bilir belki duyarsızlaştım…
Benliğini ve karakterini kaybetmiş sokaklarda, kahkaha savuranlara.
Başrolünü oynadığım bu hayat sinemasında kösteklemek isteyen müskitler etrafımda iken, İlerliyorum âhirzaman oyunlarında…
Sel gibi akmakta hüsrân, vesvâs, bîaman hastalıklar
İtibârî eğlenceler ile çağırmakta şeytan
Güyâ, hakîkî lezzet ve zevk ondaymış gibi! Eder ilân...
Herzegû birine itibâr edilir mi ey insan?
Bakmazlar mı? Görmezler mi? Diye işaret ediyor O ezelî ve ebedî Nur’u Kur’ân!
Evet, sesler yükseliyor mâsivâdan...
Tâlim zamânı, vazîfeni îfâ et!
Lâyemut değilsin, başıboş değilsin,
Nizamsız ve gâyesiz değilsin,
Hem sen misafirsin, bir vazîfen var.
Ömür işleniyor, sevkiyât durmuyor
Rengârenk meşherler bir gün kararacak bunu nefsinde biliyor...
Ey sâlik, Unutma! Kabir kapısı, durmuş seni bekliyor.
İstikamette, kıyam et ey nefsim yoksa başına kopacak kıyamet,
Hem kararsız âleminde bulursun, emîn bir selâmet
Resim gibi fırça darbeleri ile tamamlanıyor hayât,
Kimi yerde koyu, kimi yerde açık tonlamalar,
Kimi yerde şükür, kimi yerde dillenen şekvâlar,
Titre, dikkat et, kendine gel, vücûduna bak!
Perdeler arkasında, bizi bekleyen hakîkatler var.
Kalp ve akıl ittihâdı, araladı gaflet perdesini...
Nazar eyledim özüme, özüm olmuş bir emmâre...
Hüzünle titreyen benliğim vardır sana tek çâre,
Sırât-ı müstakîm düstûrunda ol bir minâre...
Umut AVCI