Eski Pazar Müftüsü yazdı.

HAC DA GELİNEN DURUMLARI TAHLİL ETTİ.

TEFEKKÜR 28.10.2013 08:34:34 128 1
Eski Pazar Müftüsü yazdı.


HAC YOLUNDA NERDEN NEREYE!

“…Gücü yetenlerin haccetmesi Allah’ın insanlar üzerinde bir hakkıdır”.    
Al-i İmran su.3 / 97.
 “Hac ile Umreyi birbiri ardınca yapınız. Çünkü bunların ikisi ömrü artırır, körüğün demir, gümüş ve altının kirini pasını gidermesi gibi fakirliği ve günahları giderir, temizler. Makbul bir haccın karşılığı ise ancak cennettir”.    Tirmizi, Hac, 2.

 “Hacca gidenler ve Umre yapanlar Allah’ın misafirleri (elçileri)’dirler. Allah’a dua ederlerse Allah dualarını kabul eder, Allah’tan günahlarının bağışlanmasını isterlerse  Allah onların günahlarını bağışlar”.     
İbn Mace, Menasik,5.
2013 Yılı Hac Hatıraları:
 
Diyanet İşleri Başkanlığı 2013 Yılı Hac Organizasyonunda, Otel-2 Konaklama türü ile İstanbul 13. Kafilede Fetva İrşat Ekibi Üyesi olarak görevlendirildim. Rabbime nihayetsiz şükürler olsun ki, tekrar o mukaddes yerleri görmeyi, Resulullah (sav)’ı ziyaret etmeyi ve Beytullah’ı tavaf etmeyi nasip eyledi. Gitmek isteyip de gidemeyen kardeşlerimize de nasip eylesin inşallah.

Hac süreleri son derece kısa olan Otel Konaklama türü hacılarına, daha fazla irşat imkânı sunabilmek amacıyla bu yıl ilk defa Fetva İrşat Heyeti üyelerinden yirmi İl Müftüsüne kafilede görev verilmişti.  Bu İrşat Heyeti üyesinin temel vazifesi, hacılara irşat ve dini rehberlik yapmaktı. Kafilenin sevk ve idaresi, iskân, iaşe ve ulaşım sorunlarının çözülmesi, intikaller, din görevlilerinin yönetimi gibi organizasyonun maddi ve fiziki yönüne ilişkin görevleri eskiden olduğu gibi Kafile Başkanları yürüttü. Fetva-irşat ve diğer tüm görevler uyum içerisinde birlikte yürütüldü.

02 Ekim Çarşamba günü 13.20 de İstanbul’dan Medine’ye hareket ettik. On sekiz günlük bu Kutsal Yolculuğumuz 20 Ekim Pazar günü Cidde- İstanbul yolculuğu ile sona ermiş oldu. Her saat ve her dakikası unutulmaz hatıralarla geçen bu mübarek yolculuğumuzun önemli hatıraların bazı karelerinden sizlere bahsetmek istiyorum.

Kafilemiz İstanbul, Kocaeli, Eskişehir ve Çanakkale illerinden gelen 288 hacı ve 10 görevli olmak üzere 298 kişiden oluşuyordu. Kafilemizde kadınlar çoğunlukta olup sayıları 155, erkekler ise 133 kişi idi. Kafile Başkanımız İstanbul Fatih Müftülüğü Baş Vaizi A.Samet AYDIN hoca efendi idi. Suudi Arabistan Hava Yollarına ait 300 kişilik uçakla tam saatinde İstanbul Atatürk Havalimanından kalktık ve 2 saat 50 dakika sonra Medine Havalimanına indik. Kısa bir gümrük işlemlerinden sonra otelimiz Halidayy Villa’ ya yerleştik. Gerçekten adı gibi bir villa. Ravza-i Mutahhara’ya çok yakın ve her yönüyle muhteşem Senabil Otelinin hemen solunda lüks bir otel.

Medine’de dört gün kaldık. Beş vakit namazı Harem’de kıldık. Önce Mescidi Nebi ve çevresini gezdik ve hacılarımıza tanıttık. Erkeklerle Cennetü’l-Baki’deki on binlerce sahabeye Fatihalar okuduk. Sonra Medine’nin çevre ziyaret yerlerini otobüslerle ziyaret ettik. Bunlar Uhud, Kibleteyn Mescidi, Yedi Mescitler (Hendek Savaşının olduğu yer) ve Kuba Mescidini ziyaret ettik. Bu yerlerin İslam tarihindeki yeri ve önemini anlattık. Daha önceleri Medine İskân ve Kiralamada üç ay kaldığım için Medine’de dört gün kalmak çok kısa oldu benim için. Medine’ye doyamadan ayrılmak zorunda kaldık.

Mekke’de Bedir Otele yerleştik. Harem’e 800 metre mesafede olan Bedir Otelinde Otel-2 grubundan altı kafile yerleştirildi. Bu kafilelerden birisi bakan, milletvekilleri, valiler ve üst düzey bürokratlardan oluşuyordu. Bu otelden yaya 10-12 dakikada Harem’e gidilebiliyorduk. Kafile halinde yürümek biraz daha fazla zaman alıyordu.  Bedir Oteli yeni restore edilmiş ve durumu eskiye göre daha iyi imkânlara kavuşmuştu. Yine de Medine’deki oteli hiçbir yönden tutmazdı.

Umrelerimizi, Tavaflarımızı, gezilerimizi ve otelde irşat programlarımızı yaptık.  Peygamber Efendimizin doğduğu ev, Cin Mescidi ve Cennetü’l Mualla Mezarlığını yaya olarak ziyaret ettik.  Sevr Mağarası, Arafat, Müzdelife, Mina ve Hıra Nur Dağını ise otobüslerle ziyarete gittik. Arafat’a çıktığımızda öyle bir yağmura yakalandık ki otobüsten inip Cebel-i Rahme’ye çıkmak ne mümkün! Arafat’ta böyle bir yağmuru seyretmenin zevki ise başka bir hatıra olarak zihinlerimizde kaldı.

Kâbe ve çevresindeki inşaat çalışmaları tavaf alanını oldukça daralttığından Met’af’ta namaz kılmak ve tavaf yapmak bayağı zorlaştı. Hatta tavaf namazını Mültezem’in hizasında kılmak neredeyse imkânsız hale geldi. Çok gerilerde namaz yeri bulmak ancak mümkün olabiliyordu. Hastaların tavaf yapması için met af’ın üzerinde yapılan çelik platform ise Kâbe’nin görünümünü hayli engelledi. Doya doya Kâbe’yi seyretmek eskisi gibi kolay değil. Tavaftan sonra Safa tepesine ulaşmak da kolay değildi. Dehlizlerden geçilerek ulaşılıyor Safa tepesine. Kısacası Kâbe’de büyük bir hacı yoğunluğu var ve inşaat çalışmaları tavafı ve namazı hayli engelliyor. İnşallah bu çalışmalar uzun yıllar devam etmez.

 Süleymaniye bölgesinde çok sayıda otel yıkılmış o tarafta büyük bir boş alan oluşmuş vaziyette. Peygamber Efendimizin doğduğu evin civarında bina olarak sadece o kalmış, Arapların onu da yıkacağından endişe duymaktayız. İnşallah saygı gösterirler ve Peygamber (sav) Efendimizin hatırına bu evi yıkmazlar. Duamız ve temennimiz budur. Merve tepesi ile Cebel-i Kâbe tarafı tamamen yıkılmış ve bu bölgede Harem inşaat çalışmaları hızla devam etmektedir. Kâbe’den Mesfele’ye giden yol üzerinde de bayağı binalar yıkılmış durumda. Kâbe ile arasında dar bir geçit yolu olan Kralın Sarayı ise hala aynı yerinde yıkılmadan duruyor ve Safa Tepesi yönünden yaya geçişleri daha da sıkışmış durumdadır. Zemzem Tower, Hiton ve Daru’l-Ğufran gibi oteller de hala yıkılmadan yerinde duruyor. Güya yirmi yıl sonra Zemzem Tower dahi yıkılacakmış…

Kâbe’de tavaf alanının kuzeyinde bulunan Osmanlı revakları yerlerinden sökülerek, numaralandırılarak paketlenip depoya kaldırıldığı söyleniyor. İnşallah yine yerlerine konulurlar. Kâbe’de genişletme çalışmaları için kurulan elli civarında büyük vinçlerin varlığı Kâbe’yi dini bir ibadet alanı olmaktan daha çok inşaat alanına çevirmiş durumdadır. Kâbe’deki bu genişletme projesi dört aşamalı olacak ve yaklaşık maliyeti seksen milyar dolar civarındadır.  Kâbe’de şu an aynı anda yedi yüz yetmiş bin kişi tavaf ve ibadet ederken, yeni proje 2020 yılında tamamlanınca bir milyon iki yüz bin hacı aynı anda tavaf ve ibadet yapabileceği belirtilmektedir. Met’af alanındaki çalışmaların ve genişlemelerin 2015 yılında tamamlanacağı ve alanda rahatlamanın olacağı söylenilmektedir.

Arafat, Müzdelife, Şeytan taşlama ibadetlerimizi normal seyrinde ve zamanında ifa eyledik. Tabii Diyanet İşleri Başkanımız Sayın Prof. Dr. Mehmet GÖRMEZ hocamızın Arafat konuşması ve Arafat duası haccın en duygu dolu zamanı ve hatırası oldu. Bu dua, Arafat’ta ayakta vakfe yapan bütün hacıları duygulandırdı ve birçoğu hüngür hüngür ağladı. Tüm hacılarımızın duygu ve isteklerine tercüman oldu. Bu duayı dinledikten sonra Türkiye’de dahi gözyaşı dökmeyen kimse kalmamıştır. Çok iyi hazırlanmış, duygulu ve içten yapılan bir dua. Sayın Hocam ağzına, diline ve yüreğine sağlık. Allah vakfemizi ve vakfe duamızı ve bütün ibadetlerimizi kabul eylesin.

B-  Hac Yolunda Nerden Nereye.
 Ben ilk olarak 1982 yılında hacca görevli olarak gittim. O yıllarda karayolu ile Ankara, Konya, İskenderun ve oradan Babu’l-Heva’dan Suriye’ye girerdik. Önce Şam’ da Ümeyye Camii başta olmak üzere diğer ziyaret yerleri ve camileri gezerdik. Daha sonra Humus ‘da Halid bin Velid Camiine uğrardık.  Ürdün’e girer, polis konvoyu ile Amman ve Me’an’a uğrardık. Polisler bizi Kudüs’e geçmesinler diye bekler, konvoydan ayırmazdı. Tebük Şehrinden Suudi Arabistan’a girerdik. Teyme şehrinde mola verir sonra Hayber üzerinden Medine’ye varırdık. Hicret garajından ihrama girer ve Mekke’ye hac öncesi giderdik.  Genelde Medine’de Hac dönüşü sekiz gün kalırdık.

       1982 yılından 1990 yılına kadar karayolu ile giderdik hacca, yolculuğumuz tam bir hafta sürerdi.  1984 yılından itibaren Irak üzerinden gitmeye başladık. Silopi Hac Konaklama Merkezinde toplanır bir gece orada kalır sabah namazından sonra Habur üzeri Irak’a girerdik. Yola çıkmadan önce Et Balık Kurumundan yağsız kavurma ve balık, kuru fasulye ve diğer konservelerimizi, kumanyalarımızı alırdık. Birçok hacımız yoğurt süzmesi, kurut ve çökeleklerini Türkiye’den götürürdü. Zeytin, limon, çay ve çay malzemelerini de yanımıza alırdık. Bal ise mutlaka yanımızda bulunmalı idi.
 1990 yılında Körfez Savaşı çıkmış, o yılın haccını engellemişti. Birçok hac kafilesi yoldan geri döndü. Ben de bir gün sonra Trabzon’dan hacca hareket edecektim. Hacıların pasaportlarını almış, Hac kumanyalarımızı hazırlamış, elbiselerimizi diktirmiş, şoförlerle dahi toplantımızı yapmıştık. Körfez Savaşı sebebiyle karayolu ile hacca gidiş yasaklanmıştı. Hacca gidemediğimiz için Saddam’a bayağı kızmıştık.  O yıllarda Kerbela çölünü geçmek o kadar da kolay olmazdı. Otobüslerin hepsinde klima bulunmuyordu. 1987 yılında klimasız otobüsler tutulmadı da hacılar rahatladı. Hac dönemi yaz aylarına geldiğinden Mekke’ye varıncaya kadar hacının pestili çıkar, birçoğu yollarda hasta olurdu. Yollarda kaybettiğimiz (ölen) hacılarımızın sayısı az değildir.

O zamanın imkânlarını, kaldığımız evler ve diğer yemek durumlarını hatırlayınca 34 yılda Başkanlığımızın Hac Organizasyonunun nerelerden nerelere geldiğini görmemek, bu başarıyı takdir etmemek büyük haksızlık olur. O zaman hacılarımız Medine’de ta Kurban bölgesine kalıyor servis otobüsleri ile Bilal-i Habeşi Camiine yakın bir yere kadar geliyor ve yine 10-15 dakika yaya yürüyerek Harem’e ulaşıyorduk. Veya Uyun bölgesinde kalıyorduk ki orası da az 3- 4 km mesafede idi. Mekke’de ise hacılarımız daha çok, Hafayir, Mesfele’de Duvvar-ı Kudayy civarı, Ecyad veya Süleymaniye bölgesinde kalıyorlardı. Şimdiki gibi öyle büyük, muhteşem oteller olmadığından değil birkaç kafilenin bir binada kalması, bir kafile bile bir iki binaya bölünebiliyordu. Oteller aynı kalitede olmuyordu.

Odalarımızda yatak yok, klima yok, buzdolabı yok, tutulan evlerde yer sergisi varsa şanslı odaya düştük demektir. Bir odada 8- 9 veya 10-12 kişi bir arada kalıyorduk. Odada kalanların isimlerini etiketle kapının üstünde yazar asardık.  İki veya üç odada kalan 20- 25 kişi, bir banyo bir WC’yi birlikte kullanıyorduk. Abdest almak, banyo yapmak için dakikalarca sıra beklemek zorundaydık. Kadınlar ayrı odada erkekler ayrı odalarda kaldığından kimse hanımı ile ayrı katta kalmak istemiyor, devamlı itiraz ediliyordu. Oteller ve odalar hiç beğenilmiyor, otelde her gün sularımız kesiyor, su bulunmuyordu.
 Otellerde yemek mi?  Nerde… O zamanlarda paran ile doğru dürüst yemek bulmak bile zordu. Medine’de İstanbul Lokantası diye sonraları bir lokanta açılmıştı, kuyrukta yemek alabilmek bile hayli zaman alıyordu. Tavuk ve yoğurt her gün yenilen ortak menü idi. Din Görevlileri aramızda para toplar yemek ve yiyecek şeyler alırdık. Diyanet daha sonraları 1984-1989 yılları arasında şişirme yatak verdi her hacıya. Şişirir üzerine yatar,  gece havası iner yine yerlerde yatardık. 1986-1989 yılı hacları ağustos ayına rastlamıştı, o sıcakta klimasız odada uyumak mümkün değildi. Uyurken sıcaktan ter su olurduk.

  O zamanlarda hacca giden hacı annelerin işi ise çok daha zordu. İbadetleri yapacaklar, otele gelip elektrik ocaklarının veya tüpün üzerinde erkeklere yemek yapacaklar, bulaşıkları ve tüm çamaşırları yıkayacaklar, silecekler süpürecekler ve zaman bulursa dinlenip tavafa ve namaza gideceklerdi. 1990 yıllarına kadar çamaşır makinesini otellerde bulmak mümkün değildi. Çamaşırları asacak yerimiz çatılar idi. Onları yıkayıp asardık ama ya rüzgâr uçururdu ya da yerinde bulamazdık.

Sağlık hizmetleri ise yok denecek durumdaydı. İlk zamanlar içerisinde bir doktor bir hemşire ve biraz ilaç bulunan Kızılay’ın bir iki ambulansını görebiliyorduk. İlerleyen yıllarda Diyanet sağlık hizmetlerini de sunmaya başladı. Mekke Şari-i Mansur’da bir Diyanet Hastanesi, Medine’de Bilal-i Habeşi Camii civarında Diyanet Hastanesi açıldı ve hacıların yoğun olarak kaldığı bölgelerde de Sağlık Ocakları açıldı. Şimdi ise Mekke’de Aziziye Cunubiyye’de muhteşem Diyanet Hastanesi ve Medine de Uhud yolu üzerinde Medine Hastanesi, her mahalle ve otelde sağlık ocakları ile sağlık hizmeti sunulmaktadır. Sadece Türk hacılarına değil herkese ücretsiz olarak sağlık hizmeti verilmektedir.

 Şimdi hem Mekke’de hem Medine’de oteller süper, hatta yıldızlı. 3, 4 ve 5 yıldızlı otellerde kalan hacılarımız da az değil. Bu otellerde yemekler açık büfe, çeşit çeşit etli yemekler, tatlılar, çorbalar, meyveler, çaylar, kahveler, kuzu pirzolalar... Beğendiğinden al, istediğinden ye... Tabi yemek verilen hac gruplarında dahi 4-5 çeşit yemek verilmektedir.   Kısacası şimdi hacının tabağında israf edip bıraktığı yemekleri, o zamanların en zengin hacıları rüyalarında göremediler. Artık tüm odalarda buzdolapları içecek dolu, klimalı iki kişilik her gün temizlenen odalar, süper yataklar, banyolar, değiştirilen çarşaflar, havlular, şampuanlar, sabunlar… Bu otelleri, açık büfe yemekleri ve mevcut imkânları beğenmeyen hacılarımız az da olsa yine de bulunmaktadır.

Gerçi kara yolculuğumuzda şehirleri ziyaret ederek giderdik. Urfa, Halep, Bağdat, Kerbela gibi önemli şehirleri ziyaret ederdik. Musul’da Yunus Peygamberin kabrini, Bağdat’ta İmam-i Azam Hazretlerinin kabrini ve Camiini ziyaret eder, orada biraz dinlenirdik. Çölde gece uyumak da bayağı zevkli olurdu. Amma gün ortası öğle sıcağı otobüsü kasıp kavurur, hacıları sıcak adeta haşlardı. Hele Kerbela’dan sonra Suudi Arabistan’ın Arar kapısına varıncaya kadar dört beş saatlik bir çölü geçerdik ki, yolculuğumuzun en zor etabı burasıydı. Arar kapısına varınca rahat bir nefes alırdık ki, burada da giriş işlemleri başlardı. Bu kapıda 15- 20 saat bu kapıda kaldığımız ve giriş işlemleri için uğraştığımız olurdu.

Kara yolculuğunun en iyi tarafı ise yolculuk boyunca vaaz ve irşat görevi yaparak, haccı, tavafı, ihramı ve hacda yapılması gerekenleri anlatarak yolculuk yapar, Mekke’ye varıncaya kadar hacılarımızı tam olarak eğitir, bilgilendirir ve hacca hazırlardık. Musul’un girişinde büyük bir ağaçlık (kavaklık) alan vardı. Genelde tüm Türk hacıları orada istirahat ederdi. Herkes valizlerini açar, malzemelerini çıkarır, kimisi çay demler, kimisi pasta börek çıkarır kafile arkadaşlarına ikram ederdi. Topluca namaz kılınıp sonra yeniden yola devam edilirdi. Her yerin ayrı bir hatırası kalırdı zihinlerimize…

1985 yılında Medine Mekke arasındaki Hicret yolu henüz ulaşıma açılmadığından, Bedir yolu üzerinden Mekke’ye giderdik. Bu yolda bir ara tüm otobüsün suyu bitmiş, bir damla içecek suyumuz kalmamıştı. Bu durumda susuzluk ve sıcaktan çok bunalan Gül Cemal isimli bir bayan hacımız (Ölmüşse Allah rahmet eylesin, yaşıyorsa Allah sağlık afiyet versin) hiç unutmam şöyle bir dua etmişti. “ Ey Allah’ım! O Mübarek Peygamberimizi böyle susuz kupkuru çöllere göndereceğine, suların boşa aktığı bizim serin ve güzel memleketimize gönderseydin de bizler bu susuzluk ve zahmetleri çekmeseydik”. Bu ifadeler, çok samimi olarak bunalan bir kulun yakarışı idi.  

Şimdi  iki saat elli dakikada Medine’ye varıyoruz en konforlu modern uçaklarla. Dönüşte Cidde’den İstanbul’a 480 kişilik jumbo uçakla geldik. İki kafiledeki  450 hacıyı, hacının eşyalarını, zemzemlerini, kendi ağırlığı ve tabii ki benzinlerin ağırlığı ile o koskoca uçak nasıl havalanır ve üç saatte İstanbul’a salimen iner? Bu durum Allah’ın varlığının işaretlerindendir.  İşte hacda nerden nereye dememek mümkün mü? Elbette bu organizasyon, zamanla çok daha iyi durumlara kavuşacak.

1988 yılında Şari-i Mansur bölgesinde Arafat öncesi kafile başkanları toplantımız vardı. D.İşl. Başkan Yardımcımız, T.C. Başbakanı Sayın Turgut Özal ve bazı bakanların toplantımıza katılacağını söyleyince hayli heyecanlanmış ve de duygulanmıştık. Toplantının sonuna doğru Başbakanımız Sayın Turgut Özal ve beş tane bakanımız toplantımıza katılmıştı. Bizlere güzel bir konuşma yapmıştı. Hepsi beyazlara bürünmüş ihramlı idiler. Bu görüntüye hasrettik. Eşitlik bu olsa gerek. Sıradan vatandaş ve din görevlileri ile başbakan ve bakanlar aynı elbisede, aynı ihramda. Çok sevinmiş, gözyaşlarımızı tutamamıştık. Allah rahmet eylesin. Mekânı cennet olsun.

Bu sene de T.C. Cumhurbaşkanı Sayın Abdullah GÜL ve Sanayi ve Ticaret Bakanı Sayın Nihat ERGÜN bey hacda idi.  Sayın Cumhurbaşkanımız bazı hacılarla görüşmüş ve bayramlaşmışsa da kendisi ile görüşmek bizlere nasip olmadı. Amma Sayın Bakanımızla aynı oteldeydik ve devamlı görüşüyorduk.  Allah tüm hacılarımızın haccını kabul eylesin. Haccrur-ı Mebrur eylesin.
Yazımı Peygamber (sav) Efendimizin şu Hadis-i Şerifi ile bitirmek istiyorum:

“Kim Allah için hacceder de (Allah rızasına uymayan) kötü söz ve davranışlardan ve Allah’a karşı gelmekten sakınırsa, (kul hakkı hariç) annesinin onu doğurduğu günkü gibi (günahlarından arınmış olarak hacdan) döner”.       
Buhari, Hac, 4; Müslim, Hac,438; Nesai,M.Hac,4; İbn Mace, Menasik,5.

Allah’ım hacıyı affet, hacının kendisine dua ettiği kimseyi de affet”.    Ramuzü’l-Ehadis,2177.

Yüce Allah’ın rahmeti, mağfireti, bereketi ve selamı üzerinize olsun.
                       
      
Anahtar Kelimeler:
Yusuf KAMBUR
29.10.2013 13:49:49
tarihi bir nostalji yaptınız hocam. diyanet işleri başkanlığının ve hac rehberlerinin türk hacı adayları için çok önemli hizmetler yaptığını görmekteyiz. bu güzel yazı için teşekkürler.

Pazar’da Kurban Bağışı Standına Vatandaşlardan Yoğun İlgi

Pazar’da “Camii-Cemaat Buluşması”