Nuriye Günaydın
Meyve ağaçları, geniş uzun çay tarlaları yıla çevrili, evinin avlu kapısında, hamakta uzanıp salınırken, tümseğin üstünde yemyeşil, yapraklarıyla tek başına duran kızılağaç, özlemlerini memleket sevgisini yeniden hatırlatmıştı...
Memleketinde olmanın mutluluğu ikiye katlanır..
Oysa İstanbul’a taşınmadan önce, meyve vermeyen sıradan bir ağaçken, şimdi ona çok şey anlatır olmuştu ..
Tüm geçmişimizin ayrılmaz bir parçası diye düşünür, kızılağaca baktıkça duygulanır, duygulanır, çocukluğu gözlerinin önüne gelir, Annesiyle sonbaharda kızılağaçlardan dökülen kuru yaprakları, tahtadan yapılmış tırmıkla siler, büyük kocaman yaprak sepetlerine doldurur, ineklerin altına sermek için eve götürdükleri o günler..
Bu duygu yoğunluğu, İstanbul’da memleket özlemiyle yaşadığı o dönemlerinde, memleketinde basit sıradan görünen her şeyin değerini anlamasına vesile olur, her şey çok daha güzel görünmeye başlar.
İstanbul’dan memlekete doğru gelirken, deniz sahilinde azar, azar kızılağaçlar belirdiğinde, memleketime yaklaştım diye içi ürpermeye başladığı, o anlar aklından geçirir, düşünür, kızılağaç neydi?
Kızılağacı bu denli anlamlaştıran duygu yoğunluğu, çocukluğumun gençliğimin tüm yaşamımın bir parçası elbette der ;
Çocukken bu ağaçların altında koştum, yürüdüm, gölgesinde oturdum, sobada ateş oldu ısındım.
Tüm yaşadıklarıma müdahil ve şahit.
Kışın, sobaya attığımız kızılağacın sıcaklığında ısınırken, bir yandan fırında ekmekçimiz, tencerede yemekler pişti, yanında ağladık, üzüldük, güldük, oynadık,
Yazın sıcağında, çay toplarken yaprakları bizi, güneşten korudu. Sırtımızda odun olup eve taşıdık. Kurumuş ince uç dallarını kırıp, ateşini onunla tutuşturduk, tüm hatıraların en güzel yerindeydi.
Meyve vermezdi ama . Kışın soğuk günlerimizin sıcaklığı.
Bir bütünün parçası, yaşanmışlıkları, anıları, kızılağacı gördüğünde duygulanmaya yeterdi ..
Bizler gibi bizden önceki Atalarımız da, kızılağaç hayatlarının en önemli parçasıydı, geçmişte günümüzde, gelecekte, bizimle beraberdi sadece Karadeniz’e özgü .
Kızılağaçtan dökülen kuru yapraklar, hayvanlarının altına, yatak gibi serilir, doğal gübre olarak ekilen sebzelere koyulur, sebzelerin , daha çok verimli olmasını sağlar ..
Meyve vermeyen bu kızılağaç Karadeniz’de genelde kendiliğinden yere dökülen tohumlarından topraktan adeta fışkırır..
İstanbul’da, parklarda diğer ağaçları görünce, kızılağaçlar aklına gelir, içinden her yerde yetişmiyor bizim kızılağaçlar hiç rastlamadım diye içinden geçirirdi..
Memleketimizin iklimi, nemli yağışlı olması, kızılağaçların her yerde olmayışından belli; hasretle memleketinin güzelliklerini hayal ederdi.
Şehirdeki yapay parklar, Ağaçlar gözünde çok basit görünür, gülümser bir tebessümle, bizim ordaki Ağaçlar kendiliğinden topraktan fışkırır. Her yanımız yem yeşil kızılağaçlarla dolu. Kızılağaç,
'Duygularda' Karadeniz’miş, Hasretimiz , özlemimiz..