Tarih: 15.11.2013 09:54

Siyâsetin Fenâ Neticeleri.

Facebook Twitter Linked-in



Siyaset, özü ve ideal mânâsı itibariyle bir "idare sanatı"dır.
Bu sanatın icra edilmesine, her millet ve her ülke mecburdur, muhtaçtır.
Zira, siyasetsiz bir idare olmadığı gibi, siyasetçisi bulunmayan bir ülkenin yönetim biçiminden de söz edilemez.
Ne var ki, elastikî bir karaktere sahip olan siyaset, zaman zaman (belki de çoğu zaman) hissî ve şahsî beklentilere, menfaatlere âlet edilebiliyor.
Bu gibi durumlarda ise, siyaset adeta vahşileşip canavarlaşıyor.
Canavarlık ise, menfaat üzerinde boğuşmayı netice veriyor.
Bu tür boğuşmalar ise, fert ve aileden başlamak üzere toplum hayatını sarsıyor, cemiyetin bünyesinde ağır tahribatlara sebebiyet veriyor.
* * *
Evet "Menfaat üzerine dönen siyaset canavardır."
Bu canavar, bazan durdurulabilse de, çoğu zaman dizginlenemiyor.
Siyaset, adâlet yerine menfaat üzerine tesis edilmişse şayet, boğuşma da kaçınılmaz oluyor. Dizginini koparan ve zincirlerinden boşalan böyle bir siyaset, önüne gelene, karşısına çıkana acımasızca saldırmaya başlıyor.
Siyasette, bazan aynı fikirde olanlar, aynı dünya görüşünü paylaşanlar da, söz konusu vartalara düşerek birbirlerine karşı saldırgan olabiliyorlar.
Devlet ve millet hayatında yaşanan iç ve dış krizlerin sebepleri arasında, şahsiyete, hissiyata ve bilhassa menfaate odaklı boğuşmacı siyasetlerin pek büyük bir rolü vardır.

Tarafgirliğin neticesi

Siyasetin fena neticelerinden biri de, "tarafgirlik" marazından kaynaklanıyor.
Bu marazın en çarpıcı örneğine, Üstad Bediüzzaman'ın bilmüşahade görüp dile getirdiği şu ifadelerinde rastlıyoruz: "Bir zaman, bu garazkârâne tarafgirlik neticesi olarak gördüm ki: Mütedeyyin bir ehl-i ilim, fikr-i siyasîsine muhâlif bir âlim-i salihi tekfir derecesinde tezyif etti. Ve kendi fikrinde olan bir münafığı, hürmetkârâne medhetti. İşte, siyasetin bu fenâ neticelerinden ürktüm, 'Euzubillahi mineşşeytâni wessiyaseti' dedim." (Mektubat, s. 258)
II. Meşrûtiyetin henüz ilk yıllarında, fena neticelerinin ağır bastığını gördüğü siyaset âleminden uzaklaşan Bediüzzaman, bu tavrını tam 35 sene müddetle muhafaza etmiştir.
1948'den sonraki "Üçüncü Said" devresinde siyasete bakmaya başladığında da, asla tarafgir davranmamış ve herhangi bir menfaat beklentisi içine girmemiştir. Asıl gayesi, dolayısıyla bütün gayreti, dine zarar vermeyecek, belki İttifak-ı İslâma, Muhammedî Ezana, Risâle-i Nur'un neşrine ve Ayasofya'nın ibadete açılmasına hizmet edecek siyasetlerin ve hükümetlerin iktidar mevkiinde muhafaza edilmesi istikametinde olmuştur.

"Ene"lerin BEN'lere dönüşmesi

Türlü krizlere sebebiyet veren siyasetçilerin en büyük zaaflarından biri de "enaniyet" diye tâbir edilen "BEN merkezli" olmaya başlamalarıdır.
Kimisi tâ başından beri BEN merkezlidir, bazıları da sonradan aynı hastalığın perçesine düşüverir.
Bu hastalığa yakalananlar, hiç kimseyi, hatta en yakın arkadaşını dahi beğenmemeye hatta, ona güvensizlik duymaya başlar. Bundan dolayı da, ilerisi için kimsenin akıl-sır erdiremediği başka türlü tedbirler alma cihetine gider.
İşte, bu kabilden sayılabilecek yakın tarihimizden bazı örnekler.

"Terakkiperver"den sonra...

M. Kemal ile Kâzım Karabekir, Millî Mücadelenin ilk yıllarında, Anadolu tabiriyle "can-ciğer kuzu sarması" gibiydiler.
Kısa süre sonra, perde altında cereyan eden makam-mansıb çekişmesiyle, aralarında soğuk rüzgârlar esmeye başladı.
Karabekir Paşanın 1924'te Halk Partisine muhalif konumda kurulan Terakkiperver Cumhuriyet Fırkasının başına geçmesiyle birlikte, o gizli rekabet kızışarak, kuvvetli olan zayıf olanı ezip yok etmeye meyletti.
M. Kemal'in ölümüne kadar Ankara'ya dahi uğrayamaz hale gelen tarassut altındaki Karabekir Paşa, az kalsın İzmir'de idam sehpasına gönderiliyordu.

İsmet'le de küs gitti

Vaktiyle, Albay İsmet'i Karabekir Paşaya tercih ederek tam 12 yıl müddetle onu Başbakanlık mevkiinde tutan M. Kemal, ölümünden bir yıl önce onunla da "düşman kardeşler"i oynamak durumunda kaldı.
Çoğu kimsenin hâlâ akıl-sır erdiremediği bir çarpıcı durum, şahsiyet ve menfaate dayalı olarak semirip canavarlaşan siyasetin kaçınılmaz bir neticesiydi.
1938'de korkudan kayıplara karışan İsmet Paşa, Dolmabahçe'de aylarca hasta yatan M. Kemal'in ziyaretine bir kez olsun gelmezken, onun öldüğü gün aniden ortaya çıktı ve atak bir manevra ile yerine geçti.
* * *
Gariptir ki, İsmet'i de 1972'de eski yardımcısı ve en yakın adamı Bülent Ecevit devirdi. Aynı gariplik, eski dostlar ve bilhassa halef-selefler arasında hep devam edegeldi: Fevzi Paşa İsmet'e, İsmet Ecevit'e, Ecevit Baykal'a küs ve dargın ayrıldılar bu dünyadan,

Diğer cenahın siyasetçileri

1946'da kader birliği yaparak Demokrat Partiyi kuran ilk sıradaki dört siyasetçiden (Bayar, Menderes, Koraltan, Köprülü) üçü, sonradan yollarını ayırdılar ve birbirine dargın gittiler.
İlk ayrılan kişi, Dışişleri Bakanı Fuat Köprülü oldu. Göz diktiği Başbakanlık mevkiine gelemeyince, kurucusu olduğu partiden ayrılmakla kalmadı, Yassıada duruşmaları esnasında, eski yol arkadaşı Menderes'e yapmadığı ihanet kalmadı.
Demokrat çizgiden ayrılan ikinci siyasetçi Celal Bayar'dır. Bayar, Ezanın serbest bırakılmasında, Koruma Kànunuyla ilgili gelişmelerde, Anıtkabir'in inşasında, hayattaki Osmanlı efradının Türkiye'ye getirilmesinde, en az İsmet Paşa kadar Menderes ve kabinesine sıkıntılar vermiştir. Ki, Yassıada günlerinde birbirinin yüzüne dahi bakmayan bu iki şahsiyetten biri olan Bayar, idamdan kurtuluyor ve sonraki siyasî hayatını Adalet Partisini bölüp parçalamakla geçiriyor.
* * *
Siyasette Fevzi Paşa geleneğini sürdüren ve başlangıçta müşterek hareket eden Necip Fazıl ile Necmettin Erbakan da, 1977 seçimlerinden sonra yollarını ayırdılar.
Necip Fazıl, Erbakan'la yaşamış olduğu beraberliği "müflis tecrübe" diye tâbir ederek MHP saflarına geçti ve Bugün gazetesinde yazmaya başladı.
O gazetedeki yazılarında, Erbakan'ın çok bencilce hareket ettiğini, genel seçimde kendisinin teklif ettiği 40 kadar yetişmiş dâvâ adamını seçilecek yere koymadığını ve daha birkaç sebeple de yollarını ayırmak durumunda kaldığını, defaatle dile getirip durdu.
* * *
O günden bugüne doğru geldiğimizde, Millî Görüş kökenli can-ciğer siyasetçilerin de yollarını ayırmak durumunda kaldığını görmekteyiz.
Meselâ, Necip Fazıl Erbakan'a, Erbakan Erdoğan'a dargın ayrılıp gitti bu dünyadan. Son yıllarda Erdoğan'dan da ayrılan eski yol arkadaşları oldu. Ali Müfid, Abdüllatif Şener gibi...
Şimdi de, partide azımsanmayacak ölçüde  bir "özgül ağırlığı" bulunan Bülent Arınç'la bazı sıkıntılar yaşanıyor.
Öyle anlaşılıyor ki, dostluk/arkadaşlık vazosunda küçük de olsa bir çatlak meydana geldi. Bu türden vazolar kırıldı mı bir kere, bunun tamir edilmesi hiç de kolay olmuyor.

Bu gibi durumlarda kaybeden, tecrübelerle de sabittir ki, zayıf durumda olanlardır. Uzun vadede ise, dahilî kavgada kazanan tarafın olmadığı söylenebilir. 
M.Latif Salihoğlu(Yeni asya)


Orjinal Habere Git
— HABER SONU —