“Orada apaçık nişaneler, (ayrıca) İbrahim'in makamı vardır. Oraya giren emniyette olur. Yoluna gücü yetenlerin o evi haccetmesi, Allah'ın insanlar üzerinde bir hakkıdır. Kim inkâr ederse bilmelidir ki, Allah bütün âlemlerden müstağnîdir.” (Ali İmran: 3/97)
 
Ey Hac yolcusu!
 
“Toprağını, yurdunu, şehrini, yuvanı terk edeceksin. Bu sayede Hicaz toprağın, Harem yurdun, Mekke şehrin, Kâbe yuvan olacak.
 
Sevdiklerini, yakınlarını, dostlarını terk edeceksin. Âdem, Havva, İbrahim, İsmail, Hacer gibi yeni dostlarla tanışacaksın. Çevreni terk edeceksin. Hepsi de senin gibi yolcu olan yepyeni bir çevre edineceksin.
 
Çocuğun, eşin, kardeşin, arkadaşın uğurlayacak seni, Muhammed Mustafa (sav), Ebu Bekir, Ömer, Osman, Ali (ra) ve daha niceleri karşılayacak, “hoş geldin” diyecek. Sen ne kıymetli bir misafirsin anla…
 
Unvanını, namını, şanını, nişanını, statünü, makamını, mevkiini terk edeceksin. Sırtına giydiğin ihram seni “insanlığa mensup” kılacak, sadece “insanlığa.”
 
Kulluğu en yüce rutbe, Allah’ı (cc) en güzel dost, nefsini en büyük düşman, imanı en büyük imkân, yolculuğu en önemli iş, yüreğini en değerli nişan, teslimiyeti en yüksek makam, Müslümanlığı en yüce unvan, hacı olmayı en sahici nam ve şan olarak bileceksin.
 
Yüreğinin tüm ağırlıklarını boşaltacaksın. Çünkü bir davete icabet için yola çıktın. Seni davet eden senden “selim bir kalp” istiyor. Seni davet edeni konuk edeceğin tek yerin yüreğindir. Yüreğini her türlü kötülükten arındırdın mı? (1)
 
“Hac, bilinen aylardadır. Kim o aylarda hacca niyet ederse (ihramını giyerse), hac esnasında kadına yaklaşmak, günah sayılan davranışlara yönelmek, kavga etmek yoktur.
Ne hayır işlerseniz Allah onu bilir. (Ey müminler! Ahiret için) azık edinin. Bilin ki azığın en hayırlısı takvadır. Ey akıl sahipleri! Benden (emirlerime muhalefetten) sakının.” (Bakara: 2/197)
-Cinsel arzularına boyun eğme!
-Tartışmalardan uzak dur!
-Kavgayı aklından çıkar!
-Her dakikanı hayırlı işlere harca!
-Takvaya ulaştıracak davranışlar sergile!
-Allah’ın emirlerine muhalefetten sakın!
-Sabır imtihanına tabi tutulacaksın, hazırlıklı ol!
Ve bu yıl da gidemeyenler! Hasret, özlem içinizi yakmaya devam etsin! En sevgiliye kavuşmanız uzadıkça arınmanız artacak, günahlardan temizlenecek ve daha oraya varmadan belki de isminiz listeye yazılacak üzülmeyin! 
Selman-i Farisi’nin en sevgiliye kavuşması onlarca yıl sabretmesini gerektirmedi mi? Sonra İranlı Selman Hz. Peygamber (sav) ailesinden sayılmadı mı? Ensar ve Muhacir arasında paylaşılamayan adam olmuştu Selman. Hz. Peygamber (sav) “Hayır, Selman bizdendir, o ehl-i beytimdendir.” Buyurdu. (Taberi, Tarih, II/566)
 
Veysel Karani, Yemenli (Üveys-i Karni) Hz. Peygamber zamanda yaşamasına rağmen onu görmek nasip olmamıştı. Hz. Peygamber (sav) vefatı yaklaştığında Hırkamı “Üveys-i Karni’ye verin! Alıp giysin ve ümmetime de dua etsin” buyurdu. Hz. Ömer ve Hz. Ali hırkayı alarak ona kadar götürdüler.
 
Demek ki iman, sevgi, muhabbet gönülde ve gönülden olmalı. Böyle olunca zaman ve mekân ortadan kendiliğinden kalkıverir. Gönülden gönüle muhabbet köprüsü kuruluverir.
 
İşte sende çıkıyorsun yola hazırlık tamam,
Şu yaşına kadar senden çekildi mi “elaman”,
Bir başka sen olursun inşallah döndüğün zaman,
Değiştirmezsen bu kötü huyu, kovarlar seni.
Zor yolun yolcusudur demezler, kovarlar seni.
 
BİR HATIRA!
Hz. Bilâl-i Habeşi’nin sesi gür çok güzel ve pek tesirliydi. Rasulüllah (sav), yıllarca horlanan, ezilen insanlığın kurtuluş nişanı olan Hz. Bilal’e çok değer veriyordu. “Erihna ya Bilal! Ezan ile bizi ferahlat ey Bilal derdi.”
O, ezan okumaya başlayınca, herkes büyük bir aşk ve vecd içinde dinler kendinden geçerdi. Ezan okurken herkesi ağlatırdı. Peygamberimizin (sav) vefatına kadar müezzinlik, yapmıştır. 
Peygamberimizin vefatından sonra Bilâl-i Habeşî ayrılık acısına tahammül edemez olmuş, artık bir daha ezan okumamıştır. Medine’de ruhsuz bir beden gibi dolaşıyordu. Nereye gitse onun hatırasıyla karşılaşıyor, nereye baksa hasret için için kemiriyordu onu.

Hasretini bastırmak için tek bir çare aklına geliyordu. Medine’den ayrılmak. Medine’de kalmaya tahammül edemediği için Şam’a gitmeye karar verdi. Hz. Ebu Bekir kalmasını arzu edince (Yâ Ebâ Bekir sen beni azad etmemiş miydin, eğer kendin için azad etmişsen kalayım, Allah için azad etmişsen müsaade et gideyim) dedi.
Hz. Ebû Bekir (istediğin yere gidebilirsin) diyerek müsaade etti. Böylece Şam’a gidip orada yerleşti. Hz. Ebû Bekir devrinde orada yapılan savaşlara katılıp cihad etti. Hz. Ebû Bekir’in vefatından sonra da Şam’da kalıp, Hz. Ömer’in Şam taraflarında yaptığı savaşlara katıldı.

Hicretin on altıncı senesinde Hz. Ömer ordusuyla Şam’a gelmişti. Bilâl-i Habeşî de orduya katılıp Kudüs’e gitmişti. Burada Hz. Ömer, Peygamberimizin vefatından beri ezan okumayan Bilâl-i Habeşî’ye ezan okumasını rica etmişti.

Hz. Ömer’in ısrarına dayanamayıp ezan okumaya başlamıştı. O ezan okumaya başlar başlamaz. Hz. Ömer ve orada bulunan Ashâb-ı kirâm, Peygamberimizin (sav) zamanını hatırladılar. Hepsi kendinden geçmiş gözyaşı döküp ağlamışlardır.

“Beni ziyaret etmeyecek misin ya Bilâl” buyurmuştur. Bunun üzerine hemen Medine yoluna düştü.
Medine-i Münevvere’ ye gelince doğruca Peygamberimizin kabr-i şerifine gidip, Ravda-i mutahharaya yüzünü, gözünü sürerek ziyaret etti. Rasulüllah (sav) ile geçirdiği günleri hatırlayıp, hasret ve muhabbet gözyaşları dökerek uzun müddet ağladı.

Bu sırada Peygamber efendimizin torunları Hz. Hasan ve Hz. Hüseyin onu görüp boynuna sarılmışlardı. Bilâl-i Habeşî’nin Medine’ye bu gelişinde Hz. Hasan ve Hz. Hüseyin bir ezan okuması için çok ısrar etmişlerdi.
Bilâl-i Habeşî bu ısrara dayanamayarak bir gün sabah namazı vaktinde ezan okumaya başlamıştı. Peygamberimizin (sav) mescidinden Bilâl-i Habeşî’nin sesiyle yükselen ezanı duyan Ashâb-ı Kirâm yerlerinden fırlayıp, kadın, erkek, çoluk, çocuk hep sokaklara dökülmüşlerdi.

Hepsi Rasulüllah (sav) ile yaşadıkları saadetli günleri, Bilâl-i Habeşî’nin okuduğu ezan sedalarıyla hatırlayıp ağlaşmışlardı.

Fakat Bilâl-i Habeşî ezanda (Eşhedü enne Muhammeden Rasulüllah) derken, Peygamber efendimizin (sav) mübarek ismi geçince hüngür hüngür ağlamaya başladı. Ezanı tamamlamak için kendini zorladı, gene gözyaşlarını tutamadı. Böylece ağlaya ağlaya ezanı bitirdi.

O gün Ashâb-ı Kirâm sanki Rasulüllahın (sav) bulunduğu günlerden bir gün yaşadı. Peygamberimize (sav) olan hasretleri ve derin muhabbetleriyle ağlaşarak, o günleri yâd ettiler.

Bu ezan Bilâl-i Habeşî’nin okuduğu son ezan oldu. Birkaç gün Medine’de kaldıktan sonra Şam’a döndü. Fakat yolda çok hastalanıp evine güçlükle varabildi. Bu hastalıkla ömrünün son günlerini geçirdi ve vefat etti.
Onlar böyle seviyorlardı en sevgiliyi. Ya bizim sevgimize ne demeli… Keşke onlar gibi sevmesini bilebilsek…
 


Yalnız Adam
19.09.2014 10:58:38
tüm davranışlarını sorumluluk bilinciyle yapanlardan eylesin. tüm yazılarınız ders alınası yazılar. size de kaçkar53 e de teşekkürler...

ahmet
19.09.2014 14:52:09
tebrşkler hocam

ZİYARETİN EN KIYMETLİSİ! HAC!

Yusuf KAMBUR

18.09.2014 13:56:41

7