Uzun süredir olağanüstü bir çabayla Rize kültürüne hizmet veriyor Senozlu Yunus Çakır. 53Rize adlı kültür dergisini bütün zorluklara rağmen yayınlamaya devam ediyor, Haziran ayında 25. Sayısı çıkmıştı. Yunus Çakır memleketine gelmişken bir gününü bana ayırma nezaketinde bulundu ve pek aşinası olmadığım Senoz topraklarına davet etti. Sabah erken sayılabilecek saatlerde Çayeli’de Lale Lokantası’nda nefis mercimek çorbalarımızı içtikten sonra Senoz’u sanki ilk defa keşfedecekmişim gibi garip bir heyecanla yola koyuldum.

Senoz adı, tamamen Hemşinlilerin yerleşik olduğu Çayeli’nin dağlık güney bölgelerini ifade ediyor. Osmanlı vesikalarında bu bölge için “Eksenoz” deniliyor, belli ki sözcüğün orjinali bu ve zamanla ses düşmesi olmuş.  Senoz vadisi toplam 12 Hemşinli köyünden oluşuyor. Bu köyler; Seslidere (Kardomoz), Buzlupınar (Soğuksu), Yeşiltepe (Toloniç), Kaptanpaşa (Misohor), Gürpınar, Çukurluhoca (Babik), Ormancık (Çutinç), Başköy, Yenice (Parahol), Uzundere (Cağak), Çataldere (Hahonç) ve İncesu (Marbudam) köyleridir.

Madenli beldesini geçtikten sonra Senoz deresi ile birlikte yukarıya çıkmaya devam edince bizi karşılayan ilk köy Seslidere köyü oldu. Akabinde Buzlupınar köyünü geçtik ve geçmişte bir dönem nahiye olan meşhur Kaptanpaşa’ya yani Misohor’a geldik. Buraya Kaptanpaşa denmesinin sebebi Padişah II.Mahmut’un damadı olan Sadrazam ve Kaptan-ı Derya Mehmet Ali Paşa’nın buralı olmasındandı. Kaptanpaşa köyünün merkezi görünüm itibariyle bir köyden çok eski bir nahiyeye benziyordu, zaten bir dönem nahiye statüsünde olduğunu belirtmiştim. Büyükçe tarihi camisi restorasyondan geçiriliyordu ve dönüşte ilgileniriz diye durmadan yolumuza devam ettik. Sola doğru Toloniç köyü yol ayrımını da gördüm, bu yoldan Hemşin’in Kantarlı köyüne ulaşabilmek pekala mümkündür. Bu güzergâhı başka bir geziyle kat etmeyi planlıyorum. Çukurluhoca (Babik) köyüne geldiğimizde gözlerim hemen meşhur Çukurluhoca Medresesi’ni aradı ve söz konusu yapı yolun hemen sağında yanındaki küçük kemer köprü ile birlikte harikulade bir çehreye sahipti.

Babik köyünü geçtikten sonra tıpkı vadi gibi Senoz ana yolu da ikiye ayrıldı, burada sağdan devam edilirse eski başbakanımız Mesut Yılmaz’ın da mensubu olduğu Çataldere (Hahonç) köyüne ve devamında bir yayla köyü olan Marbudam’a çıkılıyordu. Yunus Çakır ile planladığımız gezi de zaten Marbudam köyüne idi.

Ancak biz yolun solundan devam ederek Yunus’un köyüne de uğramayı ihmal etmedik. Vadinin bu sol yakasında dört köy bulunuyordu; Ormancık, Başköy, Yenice ve Uzundere köyleri. Bunlardan Ormancık yani Çutinç köyü Yunus’un köyü idi ve bir çırpıda Yunus’un evlerinin olduğu küçük mahalleye çıktık.

80’li yıllardaki bir yangında yandığı için tarihi dokusunu yitirmiş olan bu mahallenin eşsiz manzarasının ana kahramanı tam karşıda yer alan Parahol (Yenice) köyüydü.

Parahol köyü en çok merak ettiğim Senoz köyü idi çünkü bu köyün halkının bir kısmı Çamlıhemşin’in Meydan köyünden gitme idi.

Bütün vadiyi izleyebildiğimiz doğal bir çardakta oturup bir süre karşıdaki Parahol köyünü, daha deniz tarafında yataylamasına uzanmış Babik köyünü, en solda ise Uzundere’nin yukarı mezrelerini ve Cenlipos yaylasını izledim.

Oturduğum çardağın hemen önünde ise yeşil çayırlıkta otlayan inekler, bahçe ile meşgul olan birkaç emektar Hemşin kadını, sağa sola rastgele yığılmış gübre birikintileri, hoçkalara (sırıklara) henüz tırmanmakta olan fasulyeler ve çoktan püsküllenmiş mısır filizleri tarihten kalmış bir fotoğraf gibi kendini seyrettiriyordu. Bahçenin ortasını yarıp boydan boya uzanan elektrik kabloları olmasa, az kalsın geçmişe doğru uzun bir rüyaya dalacaktım. 

Daha fazla vakit kaybetmeden hazırlanıp yola koyulmanın zamanı gelmişti, üstelik bu köyde incelemem gereken tarihi bir cami vardı.

Çutinç’e çıkılırken hemen yolun solunda duran meşhur ahşap camiyi incelemem en az bir saatimi aldı. Çünkü bu cami yöremizde görüp görebileceğiniz en muhteşem ahşap camiydi. Hemşin Tepan (Bilen) köyü camii, Pazar Çingit (Uğrak) köyü camii ya da Fındıklı Meyvalı (Canpet) köyü camii kesinlikle bu caminin yanında daha sönük eserlerdi. Ormancık caminin hemen her yerinde işlemeler, motifler ve süslemeler inanılmaz derecede yoğundu. Fazla söze hacet yok, bu cami ziyaret edilmeyi fazlasıyla hak ediyor.

Tekrar ana vadiye inip yolun bu kez sağ tarafından ilerleyerek önce Hahunç köyüne vardık, az önce dediğim gibi burası Mesut Yılmaz’ın köyü.

Hahonç köyünün merkezi oldukça canlı görünüyor, birer bakkal ve kahvehane mevcut. Bakkaldan yiyecek birkaç şey aldıktan sonra Marbudam’a doğru yola koyulduk.

İlerlediğimiz yolun bakımlı ve seyahat için uygun olduğunu ne yazık ki söyleyemeyeceğim. Uzun süre ilerleyince henüz ormanlık alandan çıkmadığımız bir bölgede yerleşim yerine rastladık, ilk başta burayı Marbudam sandıysam da sonradan Marbudam’ın bir alt mezresi olan Çimeros olduğunu öğrendim.

Çimeros’ta birkaç adam akıllı ev dışında bir dönem aktif olan ilk okul dahi bulunuyordu. Burada kısa bir mola verip, birkaç evin fotoğrafını çektim, akabinde yolun kenarında içi oyulmuş uzunca bir kütüğe akan pınardan kana kana su içtik ve yine yola koyulduk. Çayeli’ne tam 45 km uzaklıkta olan Marbudam köyüne yaklaştığımızı, dağların doruklarında belli belirsiz fark edilen dumanlardan ve arabanın camından içeri esen soğuk vadi rüzgârından anlamıştım. Nitekim az sonra Marbudam’a geldik. Bu kadim yayla köyü, derenin sol yamacına kurulmuş çok eski bir yerleşim yeri idi.

Köyün ismi Osmanlı evraklarında “Mağribodam” şeklinde geçse de köyde istisnasız herkes bu ismi Marbudam olarak telaffuz ediyordu. Araç yolu köyün ortasından geçtiği için köyün bir kısmı yolun altına, kalabalık kısmı da yolun üst kısmına kalıyordu. Köye girişte ilk dikkat çeken eser yöremizde ikinci bir örneği olmayan tarihi çeşme idi.

 Bu çeşmeyi ilginç kılan şey üzerindeki kemerin çok büyük oluşu idi, hatta büyüklüğü ile neredeyse bir kemer köprüyü andırıyordu. Çeşmenin kabartma usulü ile yapılmış kitabesinde 1272 yani günümüz tarihi ile 1856 tarihi not düşülmüştü.

Çeşmenin iç kısmında ise tıpkı Çimeros’taki gibi ama biraz daha büyük içi oyulmuş bir kütük konularak otantik bir görünüm temin edilmişti. Yaklaşık 1 saat boyunca Marbudam’daki hemen bütün ev ve konakları inceledim, birkaç eski yazı ve damga fotoğrafladım.

Dolgu taş tekniği inşa edilmiş, yayla evinden çok bir konağı andıran evler de yok değildi. Köyün camisi de tarihi bir yapıydı, dış duvarındaki kitabesine göre Usta Mahmut tarafından 1274 yani 1858 yılında inşa edilmişti.

İç kısmı restore edilmişse de birçok tarihi argüman ustalıkla korunmuştu.

Camiye dair incelememiz bitince köyün muhtarı Yusuf Sukas bizi evinde ağırladı, tok olmamıza rağmen ısrarlarımıza kulak asmayıp yemek hazırlattı.

Kadim bir Hemşin köyünde davetsiz misafirler için sofranın olmazsa olmazı elbette muhlama idi.

Muhlamanın akabinde ikram edilen köy yoğurdu ise geçmişteki doğal yaşama olan özlemimde ne kadar haklı olduğumu ispatlar nitelikteydi. Yemekten sonra muhtarla koyu bir köy ve tarih sohbeti yaptık.

Muhtarın köyü ile ilgili istikbale dönük projeleri vardı lâkin daha bozuk köy yolunun tedavisini dahi sağlamakta güçlük çektiğini üzülerek anlattı. Senoz muhtarları olarak birlik olamadıklarını, yeterli hizmet edinemediklerini ifade etti.

En azından İncesu köyünün çok uzak olduğu için dışlandığını ve hizmetten nasibini alamadığını dert yakındı.

Muhtar Marbudam köyünde çok eski zamanlarda gayrimüslim insanların yaşadığını ancak Osmanlı döneminde dört kardeş yada arkadaşın bu köye yerleşerek köyü yeniden iskan ettiklerini söyledi. Bu dört kardeş ya da arkadaşın günümüzdeki nesilleri Sukasoğulları, Demircioğulları (Papakerler), Eleksanoğulları ve Reyhanoğulları idi. Anlayacağınız Marbudam’ın yerli aileleri bunlardı. Bunların dışındaki aileler genelde daha sonradan muhtelif yerlerden farklı sebeplerle köye yerleşmişlerdi. Şöyle ki; Koballar Hemşin Badara’dan, Heyipsaleler Salarha Karasu’dan, Ğazarlar Hahonç’tan, Andonlar Salarha’dan, Çakarlar Parahol’dan ve Hacıcelallar Perestan’dan gelip Marbudam’a yerleşmişlerdi.

Muhtar arabamızın yanına kadar gelip bizi tüm içtenliği ile yolcu etti.

Planımıza göre geldiğimiz gibi Senoz’dan geri dönecekken ani bir kararla yaylalara çıkıp Baltaş aşıdını geçerek Çamlıhemşin tarafına geçmeye karar verdik.

İlerlediğimiz güzergâhta ilk olarak Marbudam köyünün aşağı yaylası olan Çermeşk yaylasını geçtik.

Baltaş yol ayrımına sapmadan az bir mesafe yola devam edip Marbudamlıların yukarı yaylası olan Ğodgevanç yaylasını da ziyaret ettik.

Burada artık turist olarak yaylasına gelmiş birkaç yaylacı ile önemsiz birkaç kelâm ettik. Tekrar dönüp Baltaş yoluna girince karşımıza çıkan ilk ve son yayla Şemkevut yaylası oldu.

Bu yayla Baltaş aşıdının hemen dibinde kurulu idi. Yaylayı alttan fotoğraflayabileceğimiz bir konumda mola verince birkaç puşuli Senozlu kadınla da sohbet etme şansını edindik.

Bu kadınlar elbette Yunus’un tanıdığı kadınlardı, belki de köylüleri idi. Bu yayla birkaç aktif ev dışında terk edilmiş bir görünüme sahipti ama eskiden neredeyse bine yakın büyükbaş hayvan uçsuz bucaksız otlaklara yayılırmış.

Yaylanın hemen güneyinde Cimil dağı bulunuyor, aslında Cimil daha öteye kalıyordu ama Cimil’e gitmek için bu dağın aşılması gerektiğinden zamanla bu dağa Cimil Dağı denmiş. Şemkevut’tan Baltaş aşıdına çıkan yol birkaç zikzaktan ibaretti ve aşıda çıkmamız 20 dakikamızı aldı.

Baltaş aşıdı gerçekten de tam anlamıyla bir aşıttı ve aynı anda hem Başhemşin vadisini, hem de Senoz vadisini görebiliyorduk.

Başköy köyündeki Memiş Paşa konağı vadinin içinde zoraki fark edilebiliyordu ama Türkiye’nin en zor tırmanılan dağlarından olan Verçenik tepesi şöyle uzansam tutabilecek kadar karşımda duruyordu.

Yunus abi, Baltaş isminin nereden geldiği ile alakalı ilginç bir hikâye anlattı.

Buna göre çok eski zamanlarda tam sırt noktasından geçen patikada katırlara yüklenen kazanlarla bal taşınıyormuş. Bir katırın yuvarlanması sonucu kazanlardaki ballar kırık taşlar üzerinden bayır aşağıya yayılmış.

O bölüm komple balla sıvanmış ve farklı bir kaya silsilesi oluşmuş. Bal rengine bürünen bu taş kümesinden ötürü buraya “bal taş” denmiş. Yunus abi, bu kısmın vuku bulduğu yeri de gösterdi. Gerçekten belli bir bölüm sırttan yola kadar bal rengindeydi ve uzaktan pek rahat fark edilebiliyordu. Geçmiş yıllardan beri bal dokusunun taşta renk bırakacağını sanmıyorum ama belli ki bu taş yığınının bal renginde olması buranın bu isimle yaftalanmasına sebep olmuştu. Başhemşin’e inen yol ayrımını biraz geçerek Tağpur yaylasına geçtik. Tağpur yaylası da çok kadim bir yayla olup Senozlularn tasarrufundaydı hatta gittiğimizde Yunus’un da dost olduğu birkaç kimseyle görüştük. Yola devam edip Cağpelik yaylasına gitmeye kalkıştık ama zaman sorunundan ötürü vazgeçip yarı yoldan geri döndük.

Tekrar Tağpur’dan geçip Başhemşin yoluna girdik. Baltaş aşıdından aşağıya doğru bitmek bilmeyen virajları dönerken büyük bir talihsizlik sonucu iki lastiğimiz birden yarıldı.

Telefonlar çekmiyordu ve etrafımızda herhangi bir yayla evi ya da çoban kulübesi görünmüyordu. Yunus’un yeğenini durumu anlatması ve yardım temin etmesi için Tağpur yaylasına gönderdik, çünkü orada arazi araçları olan Yunus’un dostları vardı.

Mahsur kaldığımız konum, yaya olarak Tağpur yaylasına 1,5-2 saatlik yürüyüş mesafesindeydi. Yunus’un yeğeninden uzun süre haber alamadık ve hava kararmaya başladı. Güneşin ışınlarını bulunduğumuz yerden çekmesi ile birlikte hava sıcaklığında inanılmaz bir düşüş oldu, haliyle ciddi anlamda üşümeye başladık. 3-4 saatlik mahrumiyet sonrasında Yunus’un yeğeni bir inşaat kamyonu ile geliverdi.

Üçümüz de yarık lastiklerle birlikte kamyonun çelik kasasına atlayıp yola koyulduk. Yunus’un yeğeni Tağpur’a ulaştığında tüm yaylacılar köylerine dönmüş, yayla da kimse kalmamıştı.

O da bir çobanın tavsiyesi ile Cağpelik yaylası tarafından gelmesi muhtemel araçları beklemiş. İmdadımıza yetişen kamyon ziyadesiyle yavaş ilerlediği için uzun, soğuk ve yorucu bir yolculukla güçbela Çat’a kadar indik. Orada Başyayla’dan inmekte olan köylülerime rastlayınca, hiç düşünmeden nispeten daha hafif ve hızlı olan onların kamyonuna geçiş yaptık. Baltaş’ın sırtlarında iki lastiği sökülmüş aracımızı bırakarak saat 22:00 sularında Pazar’a indik. Böylece ilginç ve verimli bir gezinin de sonuna gelmiş olduk. 
 

PAZARLI
16.08.2015 16:37:00
si̇szleri̇ tebri̇k edi̇yorum.varolun çok yaşayin.si̇ze bu i̇mvdkani veren kaçkar53 com a a tyeşekkür ederi̇m.si̇teleri̇ gezi̇di̇m yöreye bu kadar yer eren tek si̇te si̇zi̇ gördüm

izmirden
16.08.2015 19:15:37
her yazın güzel sizi tebrik ederim

Hamza Çakir
17.08.2015 00:34:36
Çok guzel bir yazi ve tespitler. Özellikle bu bölgeyi anlatan dambur tarihi isimli bir kitap da mevcuttur. Emeginiz için teşekkürler.

KAMİL
17.08.2015 08:13:35
tebri̇klehr kardeşi̇m.bunlari bi̇r ki̇tap hali̇ne geti̇ri̇ni̇z

Miktat
17.08.2015 12:14:38
müthiş bir yazı, biz de gezmiş gibi olduk. kaçkar53 sitesi de farklı bu tür yazarlara yer verdiği için teşekkür ediyoruz. miktat / ardeşen

“Yunus Çakır’la Senoz’dan Çamlıhemşin’e”

Murat Ümit HİÇYILMAZ

16.08.2015 16:04:45

19