Dünyada apartman kavramını şehirlere ilk getiren ülkenin Fransa olduğunu çoğumuz bilmeyiz. Fransa da vücut bulan bu oluşum hızla diğer dünya ülkelerine de yayılmış ve günümüz şehirlerinde yapı stoğu bakımından hâkimiyeti ele geçirmiştir.
Modern yapı olarak adlandırılan apartmanlarda günümüzde yaşamayan veya yaşama hevesini içerisinde barındırmayan insan sayısı yok denecek kadar az. Heves dediğimiz geçici arzularımız bizi çoğu zaman çok da ihtiyacımız olmayan şeylere sürükleyebiliyor. Özellikle de temel gereksinimlerimizden olan barınma ihtiyacımızda bu durumu yaşamaktayız. Nasıl mı dersiniz? Tüketim kültürünün dayatmaları ile içi bir kere bile doldurulmamış küvetleri ve belki de birkaç kez yakılmış olan şömineli apartman dairelerinde oturuyoruz. Her akşam televizyon karşısına geçtiğimizde yeni bir konut veya site reklamını istemeden de olsa izlemek zorunda kalıyoruz. Bu reklamlarda adeta projeler birbiri ile yarışmakta ve bu reklamların çoğunda da şehir yaşanılacak bir yer değil, gel bu siteye kapan aman dışarıya da çıkma mesajı veriliyor. Şehir yaşamına katılmaya gereğin olmadığına da şehir yaşamı kötülenerek vurgu yapılıyor adeta. Birbirileri ile yarışmaktan geri durmayan ve özellikle yabancı isimlerle süslenen bu site projelerinde var olan zemin ve kamusal alanlar arabalara terk edilirken, üst katlarda yeniden zemin ve bahçeler yapıyor ve bunlara kat bahçeleri diyerek farklılık oluşturmaya çalışıyoruz.
Daha rahat yaşam vaadi ile daha çok tüketime teşvik ediliyor ve ömür boyu borçlandırılarak farkında olmadan kendimizi baştan kaybettiğimiz bir mücadelelinin içinde buluyoruz. Kimisi bizim sitenin zeminde yeşil alanı çok fazla diyor, kimisi ise yaşadığı dairenin metrekaresi ile övünüyor. Kapalı otoparkı bulunan sitelerde yaşayanlar kendilerini baştan galip sayarken, yüzme havuzu bulunan site sakinleri ise hele bizim seviyemize kadar bir gelin de sonra konuşun diyorlar. İçinde bulunduğumuz acı tablo bu ve ne yazık ki farkına da varamıyoruz.
Alandan tasarruf yapma ve modern yapılarda yaşama gayesi ile şehirlerimizi apartmanlar ile dolduruyoruz. Yapılan tüm sosyal ve anatomik çalışmalarla ispatlanmış bulunan ve insanın özü olan topraktan uzaklaştırılmasının insanı her anlamda olumsuz etkilediğini görmezlikten geliyoruz. İki modern yapı yahut apartman bir araya geldiğinde modern ve yaşanabilir bir şehir yapmıyor. Ne yazık ki binaların büyüdüğü yerde de insanlar küçülüyor.
Artık günümüzde “gelecek nesillere güzel evler ve güzel şehirler bırakmak mecburiyetindeyiz” diyen güzel yürekli insanlar yok. Şehirlerinde bir ruhunun olduğunu ve bu ruhu şehirde yaşayanların şehre üflediğini kapı kapı dolaşıp anlatan dertli insanlar da yok. Bin yıllık bir medeniyetin çocuklarıyız dediğimizde, evlatlarımız bize beton ve demiri üst üste koymaktan başka ne yaptınız? diye sorduklarında ne diyeceğiz diye pek düşünüp dertlenen de yok anlaşılan.
Önünden geçerken yanındakine “bak şu pencere bizimkisi” diye işaret edemediğin apartman dairesi de yuva olarak ne yazık ki adlandırılamıyor. Bunca şeyi anlattıktan sonra şehirler ne mi hissediyor? Hissettiklerini birebir yansıtmıyorlar mı dersiniz!