MESCİD VAR MI?
Bundan kırk sene kadar önce ABD’ye hizmet için giden rahmetli Ali Uçar ve arkadaşları, gece vakti bilmeden Harlem’e girerler. Meğer o yıllarda zenci-beyaz mücadelesinden dolayı Harlem’e, gece bir beyaz girerse kolay kolay sağ çıkamazmış. Onlar, gece Harlem’e girince, arabalarının durduğu bir yerde, zenciler, üçer-beşer arabanın etrafını sarmışlar. Tabiî çok zekî olan Ali Uçar, hemen vaziyeti anlayıp, çok da güzel olan İngilizcesi ile onlara “Buralarda bir mescid var mı, mescid arıyoruz?” deyince, içlerinden birçoğu da Müslüman olan zenciler, hemen onlara sahip çıkıp, bir mescide götürmüşler, sabaha kadar orada sohbet etmişler. Rahmetli Ali Uçar orada onlara, Üstad’dan, Risale-i Nurlardan anlatmış.
Amerika, Amerika…
Birçok kişinin hayâl edip gitmek istediği memleket. Dünyanın en büyük ve en güçlü devleti olduğunu pompalaması dolayısıyla, insanlar buraya gitmeye çalışıyor. Maalesef, çocukluğumuzda okuduğumuz Tommiks, Texas gibi kitaplarla, o yaşlarda, Amerika muhibbi yapılmıştık. Bütün okul hayatımızda da, Amerika’nın anlatılması neticesi, bizler de çoğu kişi gibi, nasip olduğu takdirde gidip görmeyi arzu ederdik. Nasip olunca oluyor.
Bir iş görüşmesi için Bursa’dan üç arkadaş gittik. Gideceğimizi bilen bazı arkadaşlar, ”Ağabey, el öpmeye mi gidiyorsunuz, icazet almaya mı?” diye lâtifevarî kelâm ettiler. Malûmdur ki, bizim icazet alacağımız Kur’ân ve onun bu asırdaki en büyük tefsiri Risale-i Nurlardır.
Buraya dair ansiklopedik bilgiler aktarmaktan ziyade, müşahedelerimizi, hissettiklerimizi aktarmaya çalışacağız inşaallah.
ÖĞLE NAMAZI TÜRKİYE’DE, İKİNDİ AMERİKA’DA
İstanbul Yeşilköy Havaalanı’ndan yarım saat tehirle, THY’ye ait bir uçakla, saat 13.45’de havalandık. İlk önce New York’a gidecektik. Türkiye ile New York arasında 7 saat fark vardı. Orada, eyaletler arasında da saat farkı olduğunu hatırlatmam gerekli. New York’a, on buçuk saatlik direkt bir uçuşun peşinden Türkiye saatiyle 00.15, mahalli saatle ise aynı gün 17.15’de indik. Enteresan ki, Türkiye’den Cumartesi günü saat 13.45’de havalanıp, aynı gün saat 17.15’de Amerika’ya indik. Devamlı batı yönüne doğru hareket ettiğimizden, güneşi hep arkamıza alarak uçtuk. Yani, güneş batarken, biz de uçakla batıya doğru uçuyorduk. Dünyanın hızı ile bizim uçağımızın hızı arasında 100 küsur katı kadar fark olsa da, yine de biz batıya giderken, güneş de batıyordu. Şöyle bir misalle izah edersek, havaalanlarında düz zeminde hareket eden yürüyen merdivenleri düşünün. Onun üzerine çıkmışsınız, merdiven sizi götürüyor. Eğer siz de, merdivenin üzerinde yürürseniz, mesafeyi daha çabuk kat edersiniz. Bu da, bir nevi onun gibi.
Aynı gece Türkiye’de de saatler bir saat geri alındığından aradaki saat farkı, 6 saate düşmüştü. Öğle namazını uçakta kılmış, ikindiyi ise tam Almanya üzerlerine gelince, oranın namaz saatini esas alarak kıldım. Diğer arkadaşlarımız, Amerika’da kılmayı tercih ettiler. Öğle namazı Türkiye’de, ikindi namazı Amerika’da... Enteresan bir şey hakikaten... Akşam namazını ise hep beraber Amerika’da kıldık.
RÜYA ÂLEMİ DEĞİLMİŞ!..
J. F. K Havaalanı’na indikten sonra etrafa şöyle bir baktık. Rüya âlemi filan gibi bir şey müşahede etmedik. Havaalanından şehir merkezine doğru giderken, içimden “Yahu, Amerika Amerika dedikleri burası mı? Hiç hayâl ettiğimiz gibi değil. Bizim İstanbul, memleketimizin her tarafı buradan iyi!” şeklinde düşündüm.
Otelimiz New York’un (NY) merkezinde, hemen Central Park’ın karşısındaydı. Yerleştikten sonra otele bıraktıktan sonra ufak bir gezintiye çıkarak, yemek yedik. Ertesi günü Pazar olduğundan, oradaki mihmandarımız, “Yarın size şöyle bir NY turu yaptırırız” dedi.
Sabah buluşacağımız saatte anlaşarak, otelimize istirahata çekildik. Burada gece saat 24.00 olduğunda, Türkiye’de sabah oluyordu. Dolayısıyla bir gün önce sabah namazını kıldıktan sonra yola çıkıp, Amerika’ya gelmiştik. Türkiye’de ertesi günü sabah namazı vakti girdiğinde ise biz hâlâ uyumamıştık. Yani o gün 24 saat uykusuz kalmıştık. Hacca ilk defa gittiğimiz sene, mübarek Arafat’ta 24 saat uykusuz kalmıştık. Şimdi de burada...
Hem aradaki saat farkı ve hem de,”jet lag” neticesi öyle olmuştu. Abdest alma işlerinde, tuvalet hususunda çok memnun olmadık. Klozetten başka burada bir tercih yok. Ama Türkiye’de hiç değilse taharet musluğu vardı, burada o da yok. Aynı Avrupa’da olduğu gibi.

Burada zencilerin bulunduğu Harlem’i, İtalyan ve Çin mahallelerini, Yahudîlerin olduğu yerleri gezdik. Harlem’i gezerken aklıma, mazide kalan bir hatırayı yad ettik. Bundan kırk sene kadar önce ABD’ye hizmet için giden rahmetli Ali Uçar ve arkadaşları, gece vakti bilmeden Harlem’e girerler. Meğer o yıllarda zenci-beyaz mücadelesinden dolayı Harlem’e, gece bir beyaz girerse kolay kolay sağ çıkamazmış. İşte onlar da, gece Harlem’e girince, arabalarının durduğu bir yerde, zenciler, üçer-beşer arabanın etrafını sarmışlar. Tabiî çok zekî olan Ali Uçar, hemen vaziyeti anlayıp, çok da güzel olan İngilizcesi ile onlara “Buralarda bir mescid var mı, mescid arıyoruz?” deyince, içlerinden birçoğu da Müslüman olan zenciler, hemen onlara sahip çıkıp, bir mescide götürmüşler, sabaha kadar orada sohbet etmişler. Rahmetli Ali Uçar orada onlara, Üstad’dan, Risale-i Nurlardan anlatmış. 