“Sonra bu kitabı kullarımızdan seçtiğimiz kimselere miras bıraktık. Onlardan kimi kendine zulmeder, kimi ortalama bir yol tutar, kimi de Allah’ın izniyle hayırlarda öne geçmek için yarışır. İşte büyük fazilet budur.” (Fatır: 35/32)
Vahiy gelmeden önce “Bedevi” bir yaşam süren insanlık, vahyin gelişiyle “Medeni” hayata adım atmış oldu. Özellikle Medine’ye hicretten sonra insanlık “İslâm Medeniyeti” ile tanışmış, Kur’an’ın insanlığı yeniden nasıl inşa ettiğine şahit olmuştur.

İslâm gelmeden önce adeta “hiçbir şey olmayan” insanlar, İslâm’la şereflendikten sonra “hayattayken cennetle müjdelenen” olmuşlardır.

Tüm haklar sahiplerine iade edilmiş, insanlık onuru layık olduğu mertebeye yükseltilmiştir. Kur’an talebeleri hayatın her alanında “Sabikun bil hayrat” hayır yolunda en önde olma gayreti içinde olmuşlardır.

İçinde bulunduğumuz çağda Müslümanlar maalesef yeni bir merhaleye geçtiler. O da “Şikâyet Medeniyeti”dir. Oturduğu yerden herkes herkesten ve her şeyden şikâyet ediyor.

İslâm’da ahlâk sahasına yeni bir ahlâk anlayışı girmiştir. Ferdi ahlâk, Toplumsal ahlâk, Ticaret ahlâkı, İş ahlâkı, Aile ahlakı… “Şikâyet ahlâkı”
Akif Merhum’un ifadesiyle:
Âlemde ziya yoksa halk etmelisin halk!
Ey elleri böğründe yatan şaşkın adam, kalk!
 
Hep şikâyet, hep şikâyet. “Hadi kalk ayağa ve şikâyet ettiğin konuları çözmek için harekete geç!” denildiğinde ise binbir mazeret duyulur dudağından dökülen kısık sesinde. Ve hemen ekleyiverir yüksek sesle:
 
“Bu memleketi biz mi düzelteceğiz!” “Bu memleketi sen mi kurtaracaksın!”
 
“Sen mi düzelteceksin!” Sözü Müslümanca bir tavır değildir. Bu tavır Ebu Leheb’in tavrıdır. Ebu Leheb rüzgârının Müslüman toplumda böylesine gür esmesi büyük bir talihsizlik değil midir?
 
Şikâyet etmede yirmi dört saati yetersiz gelen bir Müslüman toplumun çözüm üretmek için kılını kıpırdatmaması, hatta çözüm arayışına girenlerin bırakın yanında olmak, şevkini kıracak sözler söylemesi acınası bir durumdur. “Cihad’dan kaçmaktır” ki bunun vebali çok büyüktür.
 
Kur’an-ı Kerimin birçok ayeti Müslümanlara “aktif, hareketli, çözüm yolları arayan” olmayı emretmektedir. Hz. Peygamber’e (sav) hitaben gelen:
 
“Ey örtüsüne bürünen Nebi, Kalk!” (Müzzemmil: 73/1)
“Ey örtüsüne bürünen (içine kapanan) Peygamber, kalk ve insanları uyar!” (Müddessir: 74/1)
“Öncelikle yakın akrabalarını uyar!” (Şuara: 26/214) ayetler, tüm iman edenlere de olaylar karşısında çözüm üreten, aktif davranan olmayı emretmektedir.
 
Hz. Peygamber (sav) hayatı boyunca durup dinlenmeden hep “çözüm üretme” arayışı içinde olmuştur. Sahabe ve İslâm büyükleri hep “aktif iyi” olma gayreti içinde olmuşlardır. Mevlana’nın beyitleri, Akif’in şiirleri, Gazali’nin ikazları hep bu yönde olmuştur.
 
Nurettin Topçu “İsyan Ahlâkı” eserinde “Daha mükemmele ulaşma yolunda sürekli çaba sarf etmeyi” ısrarla tavsiye etmiş, Müslüman topluma “Hareket ahlâkını” aşılamayı hedeflemiştir.
 
“Dünyayı ben mi kurtaracağım?” deyip çözüm üretme noktasında kılını kıpırdatmayanların kötü gidişattan; zamanın bozulmasından, insanın değer kaybedişinden şikâyet etmeye hakları yoktur. Hakları olmadığı gibi “sorumluluktan kurtulmaları” da mümkün değildir.
 
Hem bizden istenen “Dünyayı kurtarmak” değil, hak ve hakikatin ortaya çıkması için gücümüzün yettiğince çaba göstermektir. “Üzerimize düşeni yapıp yapmadığımızın hesabı sorulacaktır.”
 
İnsanlığın kıyamete kadar kurtarıcı mesajına varis kılınan Müslüman toplumu olarak, bu mirasın gelecek nesillere ulaşmasında “öncülük etme” görevini ihmal etmenin hesabını nasıl vereceğimizi düşünmeliyiz.
 
Toplumsal sorumluluk içinde “ferdi sorumluluğumuzu” yerine getirip getirmediğimizi sorgulamalıyız. “Bu geminin sahili selamete ulaşması için bana düşen görevi yaptım mı yoksa yan gelip sadece şikâyet mi ettim?” sorusunun cevabını aramalıyız.
 
“Dünya üç grup insandan oluşmaktadır:
 
1-Sonuçları ortaya çıkaran ve yapan küçük seçkin bir grup.
2-Olup biteni seyreden oldukça büyük diğer bir grup.
3-Dünyada nelerin olup bittiğinden dahi haberi olmayan muazzam bir kalabalık.”    (Uluslararası ilişkiler uzmanı, eğitimci Murray Butler)
 
Müslüman, hayatın akışında pasif bir seyirci ya da olup bitenden habersiz bir şikâyetçi değil, aktif bir çözüm üretici olmalıdır. Aksi takdirde “Davaya ihanetten” yargılanması kaçınılmaz olur.
 
Hayır yolunda önde gidenlerden olabilmeyi Rabbim cümlemize nasip eylesin. “Mevlana Haftası” olarak kutlanan bu günlerde o büyük deryaya Allah (cc) rahmet eylesin. Selam olsun hakikat yolunda önde gidip örnek olanlara….
 
 

Takkeli
16.12.2014 15:18:55
efendimize (s.a.v)peygamberlik gelmeden önce herkesin güvendiği ve sevdiği idi ve hılful fudul cemiyeti üyesi olarak haksızlığa uğrayanlara yadımcı oluyor ve ticaretle uğraşıyordu,içine kapanık ve hareketsiz değildi.o emirle allah'in (c.c)bi̇rli̇ği̇ni̇ ve peygamberli̇ği̇ni ılan ederek vahyı anlatmaya başlayınca çoğu allah'ın (c.c) bildirdiği çözüm yollarına karşı çıkmışlardı.

ŞİKÂYET AHLÂKI

Yusuf KAMBUR

15.12.2014 11:40:02

9