“Muhammed, ancak bir peygamberdir. Ondan önce de peygamberler gelip geçmiştir. Şimdi o ölür ya da öldürülürse, gerisin geriye (eski halinize) mi döneceksiniz? Kim (böyle) geri dönerse, Allah’a hiçbir şekilde zarar vermiş olamaz. Allah, şükredenlerin karşılığını verecektir.”(Ali İmran: 3/144)

Hz. Peygamber (sav) Risalet görevini tamamladıktan sonra “Yüce Dosta!” diyerek hayata gözlerini yumduğunda Medine’de büyük bir heyecan, panik oluştu.

Aslında daha önce okudukları bu ayete rağmen kimsenin inanası gelmiyordu. Çünkü O, ümmeti için vazgeçilmez bir değere sahipti. Onun gidişiyle ümmet lidersiz kalacaktı.

Yüce Rabbimiz, “İslâm Davasının” kıyamete kadar baki kalmasını murat etmişti ancak bu dava her zaman Peygamberlerin omuzlarında olmayacaktı. Nitekim Hz. Peygamber de yirmi üç yıllık bir görevden sonra bayrağı ümmetine teslim etmişti.

Hz. Ömer’in “Kim Peygamber öldü derse şu kılıcımla kafasını uçururum!” tehditlerine rağmen Hz. Ebubekir kalabalığın arasından geçerek kutlu elçinin odasına girdi. Alnından öptü ve “Anam babam senin yoluna feda olsun ey Allah’ın Rasulü! Hayatın gibi ölümünde güzel!” diyerek kapıya çıktı ve bu ayeti okudu.

İşte o anda sahabe “mutlak gerçeği” anlamış ve yatışmıştı. Yüreklerindeki ateş artarak yakmaya devam etse de ölüm gerçeği karşısında yapacak bir şey kalmamıştı. Hz. Fatıma’nın Bilal’e :
“Babamı toprağa koymaya nasıl gönlünüz elverdi? Ey Bilal! Babamın üzerine toprak atmaya nasıl kıyabildiniz?” serzenişi üzerine Bilal-i Habeşi’nin verdiği cevap şuydu:
“Ey Allah Rasulü’nün reyhanesi, gül çiçeği! Allah’a yemin ediyorum ki eğer Hz. Peygamber’in vücudunu gökle yer arasında bir yere koymaya imkânımız olsaydı bunu yapardık fakat ne yapalım ki Allah böyle emretti.” Ve Bila artık Medine’de kalamaz. Hz. Peygamber’in (sav) hayatta olmadığı bir şehirde nefes dahi alamıyordu. Şam’a göçmek zorunda kaldı.

Peki, bundan sonra ne olacaktı?
Esas soru buydu. Hz. Peygamber’den sonra ne olacaktı?
İslâm davası nasıl devam edecekti? Yoksa bu dava onun ölümüyle yok mu olacaktı. Elbette ki hayır, “insan fani dava bakidir” kuralı işlemeye devam edecekti. Davanın nasıl devam edeceğini aslında Hz. Peygamber (sav) “Veda Haccında” açık bir şekilde ortaya koymuştu.

“Ey Müminler! Size iki emanet bırakıyorum. Onlara sımsıkı sarıldıkça asla yolunuzu şaşırmazsınız. O emanetler Allah’ın kitabı Kur’an-ı Kerim ve Peygamberin sünnetidir.”

Hz. Peygamberin hayattan ayrılmasından sonra ümmet “Kitap ve Sünnet” rehberliğinde bir hayatı yaşadığı müddetçe asla hak yoldan çıkmayacaktır. Başka bir ifadeyle;

Bu gün, kendini ümmet addeden kimselerin bir kısmı eğer yoldan çıkmışlarsa kitap ve sünneti terk ettiklerindendir. Unutmasınlar ki kitap ve sünnet te onları terk etmiştir. “Sakın Allah’ı unutan ve bu yüzden Allah’ın da kendilerine öz benliklerini unutturduğu kimseler gibi olmayın! İşte onlar evet onlardır yoldan sapanlar.”(Haşr: 59/19)

Evet, bu gün biz Müslümanlara düşen görev Hz. Peygamberin (sav) Risalet mirasına sımsıkı sarılmak, özümsemek ve peygamberi bir hayata sahip olmaktır. Bunu yaparken de “kitap ve sünneti kendimize uydurmak değil kendimizi kitap ve sünnete uydurmak” yolunu tercih etmeliyiz.

Fahrettin Razi, Bakara 153. Ayetin tefsirinde Kur’an’ın en büyük mucize oluşunu şöyle açıklamıştır:

“Allah Teâlâ, Müşriklere meydan okurken önce Kur’an’a benzer bir kitap getirmelerini, sonra onun surelerinden on sure meydana getirmelerini ve nihayet “Eğer kulumuza indirdiğimiz Kur’an’dan şüphe ediyorsanız siz de onun benzeri tek bir sure getirsenize!”(Bakara: 2/239) ayetiyle tek bir sureyle meydan okumuştur.

En kısa sure üç ayetten oluştuğuna göre Allah Teâlâ onlara “üç ayetle” meydan okumuş olmaktadır. Kur’an altı bin küsur ayet olduğuna göre demek ki Kur’an tek bir mucize değil “iki bin küsur” mucize olmaktadır…” Böylesi bir kitaba sahip olmamıza rağmen sıkıntılarla boğuşuyorsak yazık bize…

Bir de elimizde “Peygamber Sünneti” bulunmaktadır. Sünnet dediğimizde Hz. Peygamberin söz, fiil ve uygulamaları anlaşılmaktadır. Yani Kur’an’ın “Hikmet” adını verdiği uygulamalar. İslâm âlimleri:

“Şayet Rasulüllah’ın (sav) ashabından başka bir mucizesi olmasaydı bu, onun peygamberliğini ispat için yeterli olurdu.” (DİB Hadislerle İslâm, IV/305) demişlerdir. Hz. Peygamberin etrafında kenetlenen ve hayata yansıyan İslâm.
Bu gün Allah ve Rasulünü çok sevdiğini söyleyen bizler bu sözümüzde ne kadar samimi olduğumuzu ancak “Kur’an ve Sünnet’e” sahip çıkmakla ispatlayabiliriz.

Hz. Peygamber’in (sav) “Sımsıkı sarılın! Bir ucundan tutunup bırakmayın!” buyurduğu İslami değerlere “yok hükmünde” bakanların peygamber sevgisiyle ne alakası olabilir?

Kur’an ve Sünneti hatıra defterine dönüştürenlerin, yaptığı her ibadetin fotoğraflarını tüm cihana dağıtanların, gizli kalması gereken ibadetlerini maharetle gözler önüne serenlerin çokluğuna bakarak Peygamber mirasına sahip çıkıldığını söylemek mümkün mü?

Evet diyebilmek için Müslümanın evine, sokağına, düğün ve bayramına, ticaret ve ahlakına bakmak yeterli olacaktır. Sahi Muhammedi bir iz görebiliyor muyuz?

Bu ara çok yoğun olmam hasebiyle yazılarımı düzenli olarak yazamamaktayım. Hem site yöneticilerinden hem de okuyucularımdan özür diliyorum. Allah’a emanet olun….
 

Yalnız Adam
29.04.2015 08:55:07
şayet rasulüllahın (sav) ashabından başka bir mucizesi olmasaydı bu, onun peygamberliğini ispat için yeterli olurdu.” peygamber (sav) ve ashabının yolundan yürüyebilmeyi rabbim kolaylaştırsın

Ali KAMBUR
29.04.2015 15:59:28
sevgili hocam lütfen her hafta yazılarınıza devam ediniz hatta kürsülerde görmek istiyoruz. yer aldığınız konferans ve etkinliklerde farklı ve sıradışı sunumlarınızla bizleri derinden etkiliyorsunuz. yüce rabbimiz bir ayetinde hanginiz daha iyi ameller işleyeceğinizi görmek için yaşamı ve ölümü yarattığını söylüyor. amel ve imanda başarılı olmak için kuran ve sünnete sımsıkı sarılmamız lazım. teşekkürler sevgili hocam...

MİRASA SAHİP ÇIKMAK!

Yusuf KAMBUR

28.04.2015 09:19:47

12