“Oku!” ilahi emriyle gönderilmişti tüm insanlığı yeniden dirilişe çağırmak için Efendimiz (sav). “Yaratan Rabbinin adıyla oku! O, insanı bir âlâk’tan yaratmıştır.

Oku! Rabbin sonsuz ikram sahibidir. O, kalemle yazmayı öğretendir, insana bilmediğini öğretendir.”(Alak: 9671-59

Okuyacaktı Efendimiz (sav) ama okuma yazma bilmiyordu (ümmiydi). Hadi okuma yazma işini halletti diyelim okuyacak bir şey yoktu ortada. Elinde sadece birkaç cümleden oluşan bir sözlü mesaj, ilahi kelam vardı.

Bu okuma farklı bir okuma olmalıydı öyleyse. “Rabbinin adıyla, O’nun adına oku!” Kendini oku, anla, düşün, tefekkür et!

İnsanlığı oku! Kâinat kitabını oku!

Efendimizin (sav) esasen bu yaşa kadar yaptığı en önemli faaliyetti okumak, tefekkür etmek, anlamak, bilmek, tanımak… Hıra mağarasını mesken edinmiş, oradan Kâbe’yi seyrederken sürekli tefekkür halindeydi. Ne olacaktı bu insanlığın hâli?

Demek ki, okumak için okuma yazmayı bilmek olmazsa olmaz şart değildi. Kalbin okuyuşu, aklın okuyuşu daha da önemliydi.

Eşsiz kudret sahibi daha sonra Elçisine “Ey örtünüp bürünen Peygamber! Kalk!”(Müzzemmil: 73/1-2) diyordu. “Kalk, yani aktif hale gel! Harekete geç! Geceyi değerlendir!

“Ey örtüsüne bürünen (Peygamber!) Kalk ve uyar!”(Müddessir: 74/1-2)

İçinde bulunduğumuz hicri “Rebiu’l-evvel” ayında dünyayı teşrif eden Peygamber Efendimiz (sav) Rabbinin “insanlığı yeniden inşa ve ihya” elçisiydi.

Her şeye gücü yeten Allah, “ölmüş, yitmiş, tüm insanlık değerlerini yitirmiş bir topluluğu” bu sefer de onun aracılığıyla yeniden diriltmeyi murat etmişti. Çünkü Allah (cc), “en büyüktür, hep büyüktür, tek büyüktür.”

Yüzyıllar önce Üzeyir aleyhisselamın sorduğunu soruyordu Efendimiz (sav). Nasıl olacaktı bu? İnsanlığın yeniden kendini bulması, inşa olması, fıtratıyla buluşması, Rabbiyle tanışıp barışması nasıl gerçekleşecekti?

Üzeyir aleyhisselam ıssız, tavanları çökmüş, viran hale gelmiş bir beldeden geçerken “burayı böylesi bir yok oluştan/ölümünden sonra Allah nasıl diriltecek?”(Bakara: 2/259) diye sormuş, merak etmişti. Şimdi Efendimiz Hz. Hatice annemize soruyordu:

“Ey Hatice! Şu topluluk… Bu, ölüler yığını; ruhu ölmüş, aklı ölmüş, kalbi ölmüş bu insan yığını nasıl yeniden dirilecek? Böylesi bir yok oluştan sonra diriliş nasıl gerçekleşecek? Şimdi bana kim inanacak?”

Ey gül bahçesinin en narin, en latif gülü!

Ey kâinatın hikmetle konuşan bülbülü!

Ey peygamberlik kokusu hasretle beklenen!

Dünyamıza geliversen de göstersen yolu.

Bu ıssız çölde ne yol kaldı, ne yolcu, ne iz,

Adres yok, kimse bilmiyor, şu an neredeyiz,

Yüklendik dünyaları, çok ağır yükümüz var,

Ahiret (şöyle) dursun, günü kurtarma derdindeyiz. (Y.K)

Allah kelamını susamış gönüllere sundukça Efendimiz (sav), insanlar gaflet perdelerini bir bir yırtıyor, yeni bir hayata gözlerini açıyordu. Adeta “yeniden bir diriliş” yaşanıyordu Mekke ve civarında.

Neticede Elçi görevini eksiksiz yerine getirmiş, “en güzel örnek olma” vazifesini bihakkın gerçekleştirmişti. Ölü toprağa can veren Allah, onu “tüm âlemlere rahmet güneşi” olarak hediye etmişti.

Efendimiz de Rabbinin rahmet ve merhametiyle buluşturmuştu insanlığı. Sonunda ayağa kalktı insanlık, cehalet asrından saadet asrına yükseldi. Nasıl olmuştu bu?

“Haydi (ey peygamber/ ey insan)! Dön de bir bak Allah’ın rahmetinin eserlerine/sonuçlarına. Ölü toprağa nasıl da can veriyor! İşte bunu yapan ölüleri diriltenin ta kendisidir. Zira O’nun güç ve kudreti her şeye yeter.”(Rum: 30/50)

Bugün derin buhranlar geçirmekteyiz tüm insanlık olarak, derin savruluşlar. “Modern cahiliye çağını yaşıyoruz.” Değerler tarumar olmuş, hurafe ve bidatler hayatın vazgeçilmezi…

Vakt-i zamanında Üzeyir aleyhisselâm ve Efendimizin (sav) sorduğu soruyu samimiyetle sorabilirsek yeniden dirilişin ilk adımını atmış olacağız.

Yeniden diriliş nasıl olacak? Fıtrat değerleriyle buluşma, Rabbimizle barışma ve yakınlaşma nasıl gerçekleşecek? Yeryüzüne bir elçi/peygamber gelmeyeceğine göre bu vazifeyi kim nasıl üstlenecek?

Zengin bir adam gönlünce eğlendi, alışverişini yaptı fütursuzca. Öyle ya nice insanlar alışverişi ihtiyaçları olduğu için değil hobi olarak yapıyordu bu devirde. Canları sıkıldıkça mağazalara koşuyor, arabasını dolduruyordu. Dolaplarında belki hiç giymeyecekleri onlarca elbise ve ayakkabı konacak yer arıyordu. Adam da öyle yaptı bugün.

Alışverişini tamamladıktan sonra mağazadan ayrıldı. Etrafına bakınırken köşe başında dilenen küçük kıza takıldı gözü. İrkildi bir anda ama aldırmadı evin yolunu tuttu. Mükellef sofranın başına oturunca birden aklına düştü dilenen kız çocuğu. Rahatsız oldu, iştahı kaçtı.

“Allah’ım! Neden böyle şeylere müsaade ediyorsun? Neden o küçük kıza yardım için bir şey yapmıyorsun?” diyerek serzenişte bulundu. Vicdanını rahatlatmak istemişti faturayı Allah’a keserek…

“Allah’ım! Neden o kıza yardım için bir şey yapmıyorsun?” sorusunu sora sora kuş tüyü koltuğunda uykuya daldı.

Cevap gelmişti derinlerden:

“Ey gafil kul! Seni yarattım ya daha ne yapayım!”(Uğur Koşar, Allah de Ötesini Bırak)

Ferdi ve toplumsal kurtuluş kendi çaba ve gayretimizle gerçekleşecektir. Bunun gerçekleşmesi için “Kitap ve Sünnet’e sımsıkı sarılmak/yapışmak” yeterlidir.

Not: 19 Kasım 2018 Pazartesini salıya bağlayan gece Mevlit Kandilidir. Rabbim yeniden dirilişimize vesile kılsın inşallah… Şimdiden mübarek olsun…


MEVLİD-İ NEBİ İNSANLIĞIN DİRİLİŞİ

Yusuf KAMBUR

Tarih: 13.11.2018 12:05 7