“Peygamberin çağrısını aranızda birbirinize yaptığınız çağrı gibi saymayın! Allah, içinizden birbirinin arkasına gizlenip, gizlice sıvışanları bilmektedir.Bu sebeple, onun (Peygamberin) emrine muhalefet edenler, başlarına bir belanın gelmesinden veya acı bir azaba uğratılmalarından korksunlar!”(Nur: 24/63)
 
Peygamber’in (sav) çağrısını, davetini, dua ve bedduasını hafife almayın! Basit ve önemsiz görmeyin! Peygamber eğer sizi bir şeye davet ediyorsa mutlaka onda sizin için binlerce hayır vardır.
 
Peygamber davetini, çağrısını hurafe, bidat seviyesinde de görmeyin! Peygamber mesajının asıl gayesi insanlığı hurafe, bidat ve çirkinliklerden arındırmaktır. Öyleyse nasıl “altın”a “kalp para” muamelesi yaparsınız?
 
Peygamber çağrısından kaçmaya, saklanmaya, sıvışmaya da çalışmayın! Her ne konuda o size bir tavsiyede bulunmuş, bir yol göstermişse onu kendiniz için “ab-ı hayat” olarak görün!
 
Hem kimden nereye kaçacaksınız ki? Kaçmak zannettiğiniz şey aslında suçüstü enselenmekten başka bir şey olmayacaktır. “Allah, içinizden birbirinin arkasına gizlenip, gizlice sıvışanları bilmektedir.”
 
Uyanıklığa verip haktan, hakikatten, sünnet ve edepten kaçmaya kalkışsanız bile ardınızda nereye gittiğinizi gösteren izler bırakıyorsunuz. Başını kuma gömen ancak vücudu dışarda kalan zavallılara dönersiniz.
 
Peygamber çağrısından kaçanlar eğer bunu alışkanlık haline getirirlerse, kişiliklerinin ayrılmaz parçasına dönüştürürlerse, içine düştükleri bataklıktan bir daha çıkamama tehlikesiyle karşı karşıya kalırlar.
 
“Kim kendisine dosdoğru yol ayan beyan açık olduktan sonra Peygamber’e muhalefet eder, müminlerin yolundan başka yollara meylederse onu o yolda kendi tercihi ile baş başa bırakırız ve cehenneme yaslarız. Orası ne kötü yerdir.”(Nisa: 4/115)
 
Ömrünü tamamen batıl yollarda tüketmeyi tercih edenler kendi elleriyle kendilerini içinden çıkılmaz bir buhrana sokmuş olurlar.
 
Allah’ın emir ve yasaklarını, Peygamber’in sünnet ve tavsiyelerini hayatının merkezine koyup baş tacı yapmaktan imtina edenler, yüz çevirenler kendilerini ebedi bir hüsrana, pişmanlığa ve kaybedişe mahkûm etmiş olurlar.
 
“Bu sebeple, onun (Peygamberin) emrine muhalefet edenler, başlarına bir belanın gelmesinden veya acı bir azaba uğratılmalarından korksunlar!”
 
Korkmalıdırlar çünkü karşılarına aldıkları, muhalefet ettikleri makam ve merci en üst makamdır. Sonsuz rahmet ve merhamet kaynağının rahmetinden istifade etmek varken, azabı ve hüsranı talep etmek en büyük talihsizlik değil midir?
 
“Herkesin yöneldiği bir (kıblesi) gayesi vardır. Siz hayır işle­rinde yarışın! Nerede olursanız olun, sonunda Allah hepi­nizi bir araya getirir. Şüphesiz Allah her şeye kadirdir.”(Bakara: 2/148)
 
Hayırda, dürüstlükte, adalette, güzellik üretmede, erdemli işlerde yarışmak varken kendisini “çirkinlikler üretme çiftliği” haline getirenlerin yarın ilahi mahşerde kendilerini mazur gösterebilecekleri hangi bahaneleri olabilir?
 
Bir “Kutlu Doğum” haftasında Hz. Peygamber’i (sav) anma ve anlamaya çalışırken, onun ümmeti olarak içinde bulunduğumuz ferdi, toplumsal buhranlarımızı göz önünde bulundurmalıyız.
 
Bugün hurafe, bidat, İslam’a aykırı örf ve adetlere dört elle sarılıp hayatımızın “vazgeçilmezi” haline getirdiğimiz kadar, Farz, vacip, sünnet ve adaba riayet ediyor muyuz?
 
Haramlardan aldığımız haz ve lezzeti helal, meşru, farz ve vaciplerden alabiliyor muyuz? Günahları gönül hoşnutluğu içinde işlerken, Farz ve sünnetleri “metazori” olarak görmüyor muyuz?
 
“İnsanlar ne der?” düşüncesini, “Allah ve Rasulü bundan razı olur mu?” düşüncesinin önüne koymadık mı? Moda’yı takip ettiğimiz kadar Allah ve Rasulü’nün emir ve yasaklarını, tavsiyelerini takip ediyor muyuz?
 
Selamlaşmayı, güler yüzü, hoşgörüyü, alçak gönüllülüğü, ahlaki değerleri ayaklar altına almadık mı? Bizim fikirlerimize yakın görmediğimiz Müslüman kardeşlerimize gönül sarayımızda nefret tohumları ekmiyor muyuz?
 
Kurtuluş bellidir. Fabrika ayarlarımıza dönmeliyiz. Rabbimizin bizi bize bırakmayıp yaratılış hamurumuza yerleştirdiği “tertemiz fıtrata” dönmeliyiz ki, ömrümüzün sonunda “selim bir kalp ile” ona varabilelim.
 
Hem üçaylar hem de Kutlu doğum vesilesiyle yaşam biçimimizi bir kez daha gözden geçirip, hayatımıza “ahiretten bakmak” gibi bir erdeme ulaşmalıyız.
 
Rabbim, Hakkı hak bilip Hakka tabi olmayı, batılı batıl bilip batıldan uzak kalmayı cümlemize nasip eylesin!
 
Not: Bu akşam Pazar İlçemizde Belediye düğün salonunda Prof. Mehmet Okuyan’ın“Hz. Peygamber, tevhid ve vahdet” konulu konferansı olacaktır. Akşam 19.30’da başlayacak konferansa davetlisiniz. Rabbim hayırlara vesile eylesin…
 
 
  

KUTLU DOĞUM!

Yusuf KAMBUR

14.04.2016 11:06:24

9