Çocukluk hatıraları herkes için çok güzel ve özeldir. Sizi bilmem ama bende ki hatıralar her daim taptazedirler. Ben ne unutabiliyorum ne de anlatmakla bitiremiyorum! Sanırım, en eşsiz ve en yeri doldurulmaz hatıralarımı çocukluk ve gençlik yıllarımda yaşadım. Bunu köy kültürü almama da borçlu olduğumu söylemeliyim…

Bizim çocukluğumuzun geçtiği Başköy’de; pahalı oyuncaklarımız hiç olmadı, o oyuncaklara sahip olan arkadaşlarımızda olmayınca, ortaya birlikte yaptığımız oyuncaklar ve oynadığımız oyunlar kaldı!

Biz tüm köyün çocukları olarak, “kalabalık ve mutlu” bir ailenin fertleri gibi yaşadık ve bunu bugün bile anlatabiliyorsam demek ki hiçbir şaibeye yer kalmayacak kadar mutluyduk ve huzurluyduk. Çocuk olmanın eskimez özlemiyle tutuşan yüreğimi zaman zaman sizlerle paylaştığım hatıralarımla avutmaya çalışıyorum!

O hatıralar bizim için bugün bile paha biçilemezdir. Biz o günler de en ufacık şeylerden dünyalar kadar mutlu olmasını becerebilen çocuklardık. Şimdi ki zamane çocuklarına bakıyorum da “nerede bizim çocukluğumuz, nerede şimdi ki çocukluk” diye iç geçiriyorum!

Gönlüne büyüme yükü ağır gelen herkes yüzünü çocukluğuna çevirsin bakın o zaman altından ne güzel hatıralar çıkacak!

Mesela ben şimdi sizlere bir çocukluk hatıramı anlatacağım her ne kadar benim için hiç de hoş anılar barındırmasa da içinde…

Daha beş altı yaşlarındaydım. Başköy’de o gün herkes “aposkal”a gitmiş, köy biz çocuklara kalmıştı…

Daha araba yolunun geçmediği “Orta Mahalle”, otantikliği ve bir sokak etrafına dizilmiş evleriyle kendisini görenleri hayran bırakan bir mahalleydi. Bu mahallenin komşu çocukları bütün oyunlarını birlikte oynuyor, birlikte eğleniyor ve birlikte arkadaşlığın tadını çıkarıyordu…

Yaşça bizden daha büyük olanlar Başköy orta mahallede top oynuyor bizlerse onları izleyecek en güzel yeri seçmeye çalışıyorduk…

Biz beş kişi “ğoy anayın” evinin “arturma”sına (balkon) çıkmış yerimizi almıştık. Fakat arturmanın uzunlamasına olan tarafında korkuluk olmasına rağmen kenarlarında olmaması daha fazla çocuğun oraya çıkmasına engeldi. Buna rağmen oradan aşağıda top oynayanlar iyi izlendiği için o beş kişinin dışında ki çocuklarda arturmaya çıkmak istiyorlardı…

Tabii arturmadan maçı izleyen beş kişinin keyfine diyecek yoktu. Aşağıda ki arkadaşlarımız ya oyunun oynandığı yolun kenarından yâda diğer evlerin odunlukları üzerine çıkarak maçı izliyorlardı.

Biz arturmadakiler kendimizi maça kaptırdığımız bir an da omuzumda bir elin varlığını hissettim. Arkama dönüp bakınca, çok genç yaşta kaybettiğimiz sevgili kardeşim “Kahraman Süleyman”; “apo bana da yer açın, ben de buradan izlemek istiyorum” dedi maçı…

Hem yaşıtımız olması hem de Süleyman kardeşimizi çok sevmemiz nedeniyle “hayır buraya sığmayız” diyemedik. Ben, arturmanın ucuna doğru, yanı korkuluk olmayan yere doğru kendimi hafif kaydırarak ona yer açtım. O da aramıza girdi ve altı kişi birbirimizle temas halinde yukardan maçı izlemeye başladık…

Biz kendimizi maça iyice kaptırmış vaziyette, bazen şakalaşıyor, yukardan aşağıya doğru tezahüratlar yaparak kendimizce eğleniyorduk. Bense arturmanın en ucunda olduğum için yanımda üst arturmaya doğru uzanan “çoğ’a” (kalas) sıkı sıkı tutunmuş muhtemel bir aşağıya düşme sıkıntısı için tedbir almıştım. Ne olduysa o an oldu ve rahmetli Süleyman kalçasıyla beni hafifçe itti. Ne kadar dikkat etmiş olsam da maça kaptırdığım için kendimi ellerim gevşek bir şekilde olduğundan dolayı, Süleyman’ın bu hareketinden sonra yaklaşık dört metre olan arturmadan aşağıya doğru düştüm. Allah’tan önce dizlerimin üzerine düştüğümden dolayı direk başım kayaya çarpmadı. Dizlerimin üzerine düştükten sonra alnım taşa çarptı ve kanamaya başladı…

Diğer çocukların bağrışması üzerine mahallede ki yaşlı dedeler ve nineler başta olmak üzere evlerde bulunan herkes başıma toplandı. Ben büyük bir acıyla ve korkuyla ağlıyordum. O kadar çok bağırma vardı ki; sabah köyün çevresine aposkale (çalışmaya) gidenler de bu bağrışları duymuş ne oldu köyde diye apar topar köye gelmişlerdi. Hayal meyal sevgili annemin başucuma geldiğini ve feveranını hatırlıyorum…

Rahmetli Kalyoncu Mustafa Amcamın (Sıhhiye) köyde olması da büyük bir lütuftu bizim için. Hemen eve aldılar beni, yarayı temizlediler. Akşamüstü ve köye hala araba yolu gelmediği için tedaviyi köyde yapmaya karar verdiler. Çok iyi hatırlıyorum. Mustafa amca tam on iki dikiş atmıştı alnıma ve sevgili anacığımda çemberiyle başımı sarmıştı!

Ben bugün bile alnımda ki yarayı çocukluğumun o güzel hatıralarıyla taşımaya devam ediyorum!

Çocukluğuna dair hiçbir hatırasına kıyamayan bir kişi olarak Cemal Süreyya’nın duygularımı resm ettiğine inandığım dizelerine müracaat etmek istiyorum;

Çocuk olsam yeniden,
Bir tek düştüğüm için acısa içim ,
Ve kalbim; çok koştuğum zaman çarpsa sadece.

Görüşmek üzere, Allah’a emanet olun…


Şahin
20.03.2018 12:05:25
Apom sağol,bizi çocukluğumuza götürdün bir kez daha.

Nurten
20.03.2018 13:13:33
Herkesin dilinde Çocuk olsam yeniden,şarkısı ölünceye kadar söylenir,şehirli yada köylü olmak bu gerçeği değiştirmez.

“Kıyamam çocukluğuma!”

Abdurrahman Akın

Tarih: 19.03.2018 10:42 768