Babamla teheccüd namazına kalkmıştık.

Dışarı baktım, bizden başka kalkan yoktu.

“Keşke onlar da kalksaydı” dedim.

Babam dedi ki; “Keşke sen de kalkmasaydın.”

Üzüldüm ve “peki neden?” dedim;

“Sahibine üzüntü veren günah, gurur veren ibadetten daha hayırlıdır” diye unutulmaz bir ders ve cevap verdi.

Horasan’ın en önemli şehirlerinden biri olan Nişabur’da hicri 1120 yılında doğan ve 1229 yılında

Moğollar tarafından şehit edilen şair ve mutasavvıf “Feridüddin-i Attar” ile oğlu arasında geçen bu muhteşem “baba-oğul” diyaloğunu, oğlunun anlatımıyla okuyunca, bende bire bir rahmetli Necmettin Dedemden dinlediğim bir hatırayı sizlerle paylaşmak istedim.

Daha önce sizlere tanıttığım büyük âlim olan babası, bizimde büyük dedemiz “Ahmet Feyzi Okumuş” ile çocukları arasında geçen bu olayı sizinle paylaşmaktaki amaçlarımdan bir tanesi de, bu olay üzerinden “dini hassasiyetlerimizin” nasıl olması gerektiği konusunda dilimin döndüğünce düşüncelerimi ifade edebilmektir.

Anlatacağım olayı Rize’mizin yetiştirdiği önemli Âlimlerden olan Ahmet Feyzi Okumuş ’un oğlu rahmetli “Necmettin Dedemden” bir defa değil belki de onlarca kez dinlemiş ve hafızama kazıdığım bu hikâyeyi bende çevreme onlarca kez anlatmışımdır.

Yaz mevsiminde yaylada bulunan ineklerin kışın ahırdaki bakımları için sabah namazıyla birlikte çimen biçilmeye gidilirdi bir zamanlar bizim Çayeli Senoz Vadisi köylerinde.

O gün Merhum Ahmet Feyzi Okumuş Hoca ve çocukları hep birlikte Uzundere(Cağak) Köyünden “Şarınçor Yaylası” yolu üzerinde bulunan kendilerine ait “Çelayiz” denen “çimenliklerine” çalışmaya gitmişlerdi.

Köy komşularının da vadi boyunca çimenlikleri olduğundan onlarda ayni şekilde çalışmak için arazilerindeydiler. Sabahın ilk ışıklarıyla birlikte bölgede “tırpan döğme” sesleri birbirine karışmış, sonrada herkes kendi çimenini biçmiş, saatler böylece geçmişti.

Öğlen olunca da evden getirilen “azık” hep birlikte yenmiş kısa bir dinlenme faslı olmuş.

Daha sonra “namaz vakti girmiş” ve öğlen namazı kılmak için “Pelat Yaylasından” doğan ve vadi boyunca akıp gelen derenin kenarında abdestler alınmış hazırlıklar yapılmış ve sıra namaz kılmaya gelmiş.

Merhum Necmettin Dedem hikâyenin bu kısmını gözlerini bir yere sabitler öyle anlatırdı.

Demişti ki; abdestleri aldıktan sonra, derenin kenarındaki birkaç düz taşı büyük bir özenle “kıbleye doğru” sıraladım peş peşe namaz kılmak için. Hatta taşların üstlerini büyük bir özenle temizledim. Çamur olan yerleri su ile yıkadım. Taştan seccade bittikten sonrada ablalarıma ve abime sırayla burada namazımızı kılabiliriz diye seslendim.

Tam o sırada, oğlunun bu hazırlığını çimenliğin kenarında bulunan ormandaki bir ağacın altında dinlenirken izleyen merhum büyük dedem Ahmet Feyzi Hocanın sesi duyulmuş.

Ahmet Feyzi Hoca çocuklarına şöyle seslenmiş;

“Yolun hemen yanında namaza durmayın!

Bu yol çok canlı bir yol, sürekli yaylalara doğru gelip giden insanlar oluyor, sizi namaz kılarken görürler ve sizde “namaz kılıyoruz gururuna kapılırsınız” ve Allah korusun namazınız boşa gider sonra...”

Rahmetli Necmettin Dedem bu olayı her anlattığında derdi ki;

Rahmetli babamın, bu ve buna benzer düşünce ve davranışlarının zihnimde oluşturduğu “din algısı” delikanlılık çağımdan bugüne kadarki hayatımda bana daima rehber oldu.

Müslümanlar olarak ne inandığımız İslam’ı ve nede bu kültürün yetiştirmesi gereken insani ve inanç değerleri tanıyoruz. Doğal olarak bu prensiplere göre düşünemediğimiz içinde cemiyetteki çoğunluk “kaba softa, ham yobaz” Müslüman tiplere/kişiliklere dönüşüyor.

Yüce Kitabımızın, insanı, cemiyeti anlatan ve yol gösteren sihri dün olduğu gibi bugün de mucizevi bir şekil de devam ediyor.

Her husustaki İslami emirler ve o emirlerin müşterek gayesini anlamak, fert ve cemiyet planında bu gayeyi hayat haline getirmek her Müslümanın görevidir.

Şunu da belirtmekte fayda görüyorum.

Anlattığım hikayede olduğu gibi, merhum Ahmet Feyzi Hocanın hassasiyetini anlayabilmek için ibadetlerin ruhunu anlamak lazımdır. İslam’ın, “gösteriş için ibadetlerin her türlüsünü yasakladığını” bilmemiz gerekir. Yoksa Müslümanlar, farz namazlarını en temiz mekanlarda en güzel şekilde kılmalı ve örnek olabilmelidir.

Hele Namaz ibadeti, Allah’ın rızasını kazanmak için Müslümanlar tarafından yerine getirilmesi gerekli olan farz bir ibadettir.

Buradaki hassasiyetimiz şudur.

Başkaları görsün diye kılınan namaz riyakarlıktır, iki yüzlülüktür; hele bir menfaat uğruna, makam ve mevki uğruna kılınan namaz riyakarlığın Nirvana’sıdır bana göre.

Girişte yazdığım Feridüddin Attar’ın oğlu ile yaşadığı olaydan tam 700 yıl sonra aynı duyarlılığı Senoz Vadisinin en ucundaki köylerden birisinde; “hakiki dinden beslenen” bir insanın göstermiş olması ve kendisinden sonra gelecek olan nesillere örnek olması beni gerçekten çok etkilemişti.

Fikir ve gönül dünyamıza çok şey katan “Ahmet Feyzi ve Necmettin Okumuş Dedelerime” Allah’tan rahmet dilerim; mekânları cennet olsun.

Bu vesile ile; kıldığımız namazlarımızı, tutacağımız oruçlarımızı, sağ elin verdiğini sol elin görmediği yardımlarımızı, birbirimiz için ettiğimiz dualarımızı Allah kabul etsin.

Görüşmek üzere; Allah’a emanet olun…


Nurten
9.04.2021 15:07:25
Gerçek din gerçek iman,kaleminiz var olsun

Yahya Efendi
9.04.2021 15:28:04
“Sahibine üzüntü veren günah, gurur veren ibadetten daha hayırlıdır” bunu ancak iman söyletir.

Mustafa MERT
9.04.2021 16:28:10
Bu dinin sahibi Allah Teâlâ'dır. Dinin sahibi gibi davranmaya hevesli ne çok insan var! Bizler dinin sahibi değil salihi olmaya gayret etmeliyiz.

Alparslan
9.04.2021 16:53:05
dindarlıkla, ahlaklı olmak arasında fark var unutmayın. hikayedeki insanlar hem dindar hem ahlaklılar

Erol Cevher
10.04.2021 12:01:26
Çok güzel bir yazı kaleme almışsın Allah senden razı olsun inşAllah.Dedelerinize ve bütün geçmişlerimize rahmet eylesin.

Mehmet Şahin
12.04.2021 10:32:04
Gizli yapılan ibadet, kalpleri temizlemede en etkili etkendir. Mekanları cennet olsun rahmetlilerin.

Ercan köse
14.04.2021 10:58:41
İbadet samimiyet ister. Gösteriş varsa ibadet yoktur.

Fatma Akmeşe
16.04.2021 15:26:05
“Nasihat, bir şeyi ve bir kimseyi içten ve gönülden sevmek, ona bağlanmak, ihlas sadakat ve samimiyet demektir. “ Din “samimiyet “ tir.

“ İbadetin özü; samimiyettir.”

Abdurrahman Akın

Tarih: 09.04.2021 11:41 178