Bir Mayıs ayı daha geldi…

Hatırlayanlarınız mutlaka vardır. Mayıs ayı yayla hazırlıklarının başladığı tatlı heyecanların adıdır bizim memleketimizde…

Önce “Mezra-mezre” dediğimiz yaylalardan başlayan “yayla göçlerimiz” Ekim ayının sonu gibi nihayete ererek geriye köylere göç başlardı…

Yanlış hatırlamıyorsam Senoz Vadisinde ki köyler; “ Şarınçor, Çağçor, Pilunçut, Pelat, Şemkehot, Abelat, Tağpur, Yediçuğur, Çirmanıman, Eğneçor, Zargistal, Karos” gibi yaylalara sırayla göç ederlerdi.

Orta Asya’dan beri gelen kadım bir kültürümüz olan “Yaylacılık geleneği” daha yakın geçmişe kadar geçinebilmemiz için şart olan işlerimizdendi. Bugün çok az insanımız bu ihtiyacı duyuyor. Bazılarımız ise hala eski geleneği yaşatmak için yaylalara keyif için çıkıyor. Keyiften de olsa hala yaylalara giden herkese buradan sonsuz teşekkürler ediyorum. Mesela bizim Uzundere ( Peraston) köyünden sevgili Guncorun Mahmut ve değerli eşi Akile Turan bu geleneği hala sürdüren insanlar. Ben Şemkehot Yaylamıza gittiğimde onları inekleriyle birlikte yaylada görmekten büyük bir mutluluk duyuyorum.

Şimdi bir an için o güzel, o tadına doyamadığımız yayla göçü hazırlıklarının başladığı günlere gidelim hep birlikte, bakalım nelerin hazırlığını yaparmışız…

Tabii, ben kendi üzerimden anlatacağım, sizlerde kendi göç hazırlıklarınızı hayal edeceksiniz!

Bizim evde günler önceden başlayan koşuşturmanın tek bir amacı vardı; yaylaya gideceğimiz günün sabahı hiçbir eksik ve gediğin olmaması noktasında…

Bu hazırlık safhasında neler yapmazdık ki…

Mesela, bizim evdeki telaşın önceliği, bu yıl çoban olarak kimin yâda kimlerin gideceği konusuydu. Bunun sebebi, bizim evdeki çocuklardan her birimiz Çayeli’nin, okulun yâda köyün stresinden uzaklaşmak, yaylanın keyfini sürmek için çoban olmaya her yıl talip olurduk!

Eğer evde ki çocukların hepsi birden yaylaya gitmek istiyorlarsa o zaman büyüklerin bulduğu yönteme başvurulurdu.

Çobanı belirlemek için çok “çöp çektiğimi” bilirim bizim evde!

İlk hazırlığımız, göç nedenimiz, yaylalarımızın süsü ve neşesi olan ineklerimiz içindi!

Ahırda bir kış boyu kalan İneklerin “çernakları“ Çayeli’ne inilir alınırdı ve boyunlarına akşamdan takılıp sabah ki yolculuğa hazır olurdu…

Birde “davudi” sesi olan bir çeşit vardı çernakların içinde. Ğoper dediğimiz bu çernak benim çocukluğumda bizim ahırda sürekli “Destegül” isimli bir ineğe takılırdı, çünkü o bizim ahırda ki ineklerin lideriydi!

En az iki aylık yiyeceklerin hazırlığı günler önceden başlardı. Elbise ve diğer ihtiyaçlarda çuvallara konunca yaylaya göç için start verilmiş olurdu.

Bizim “monos” isimli katırımızın nalını, semerini, süslü alınlıklarını hazırladık mı artık bir şölen havasında geçecek “yayla göçüne” hazır olurduk tam anlamıyla.

Sabah şafak sökmeden ahırdan çıkan her bir ineğin havayı koklayarak yayla yolculuğuna başladığımız o an, benim diyen film yönetmenini kıskandıracak bir görsellik sunardı bu olaya şahit olan herkese!

Bir ip gibi sıraya dizilmiş ineklerin boyunlarında ki “çernak”ları sallaya sallaya yol almaları insana nasıl bir huzur verirdi anlatamam size!

Güneşin ilk ışıklarını karşıladığımız “Şarınçor Yaylasın” da ki ilk molada hayvanların bizden önce davranıp bir an önce yola koyulma telaşını görürdük!

“Teospots Yaylası” son dinlenme yeriydi. Yaylaya giderken mola verdiğimiz durakların bir önemi de yaylaya gelen diğer komşularla bir nevi buluşma yerimiz olmasıydı. Bundan sonra hiç ara vermeden en önde katırlar arkasından ineklerle birlikte “kihatur” dediğimiz çimenliğe ulaşırdık. Artık “Çağçor Yaylamız” görünmüş bizden önce giden öncülerimizin yaktığı ateşin dumanları evlerde tütmeye başlamış olurdu…

Şimdi her düşündüğümde beni tebessüm ettiren bir göç hatıramı bir kez daha sizlerle paylaşmak istiyorum…

Hayatımın ilk sigara paketini taşımaya başlamıştım.

O yıl çoban bendim ve dört pakette “uzun samsun” almış, onları çoraplarıma koymuştum.

Şarınçor Yaylasına kadar her şey yolundaydı.

Gelin görün ki, “desikanın köprüsü” ne geldiğimizde, iki taraflı çam gövdesi üzerine çam dallarıyla oluşturulan köprünün dere tarafından yok edildiğini görmüştük.

Beni bir telaş almıştı!

Çünkü dereye girip öyle karşıya geçecektik ve benim çoraplarımda dört paket sigara vardı.

Muhammet ( Rojon ) amcam da beraberdi ve sigara içtiğimi bilmesini istemiyordum.

O an birden aklıma gelen fikri hayata geçirmek istedim.

Hemen geçiş yerinden elli metre dere boyunca giderek, paketleri karşı tarafa atmayı düşündüm. Yürümeye başladım dere boyunca…

Sevgili amcam ardımdan çağırdı; “poğroz (biz yeğenlerine kullandığı tabir/unvan amcamın buydu) nereye gidiyorsun, inekleri dereden geçirmemiz lazım.”

Dedim ki amcama; “daha önce buradan geçişte bir “sakızlı çam” vardı. Belki birkaç “çiğnemelik” sakız çıkarabilirim ona bakıp hemen geri döneceğim!”

Göç kafilesinin beni göremeyeceği yere kadar gittim dere boyunca.

Sigara paketlerini karşı sahile atınca tekrar aşağıya, inekleri karşıya geçirmeye çalışan kafilenin yanına gelerek bende çoraplarımı çıkarıp pantolonumun cebine koydum ve hiçbir şey yokmuş gibi karşı tarafa geçtim.

Dereyi geçtikten sonra daha önce karşıdan attığım sigaraları almak için gittiğimde bir paket sigaranın dere tarafından yutulduğunu gördüğümde çok üzüldüğümü hatırlıyorum!

Elimde kalan üç paket sigarayı “Çağçor Yaylası” nın tam girişinde bulunan, kökü hafif eğimli bir çam ağacının dibine büyük bir özenle yerleştirdim. Kökün içine doğru koyduğum paketlerin hemen arkasına orta büyüklüğünde bir taş onun da hemen arkasına bir iki avuç çimen biçerek koyup sigaraları sağlama almıştım!

Her gün sigara aklıma vurdu mu, yağmur, çamur, sis falan dinlemeden o çamın yanına gidiyor ve sigaramı tüttürüyordum! Çağçor Yaylamız neredeyse tam bir çam ağacı cennetidir. Kibrit yakıldı mı çam kokusuyla birlikte harika bir koku ortaya çıkardı. Bu arada şunu da ifade edeyim. Sigara içmek elbette çok kötü bir alışkanlık ama yaylalarda içilen sigaranın tadı da bir başka oluyor bunu da sakın unutmayın!

Son olarak; benim anlatmaya çalıştığım “yayla göçlerini” geçmişte yaşamış ve o güzel hatıraları yüreğinin bir köşesinde de olsa saklayan/hatırlayan tüm okuyucularıma buradan en kalbi sevgilerimi yolluyor; o unutulmaz göçlerle ilgili duygu ve düşüncelerini merak ettiğimi de ifade etmek istiyorum.

Görüşmek üzere, Allah’a emanet olun…


Alparslan
27.04.2018 17:05:08
Bir solukta okudum sevgili dostum,kalemin yüreğin var olsun

Sinan Akçal
28.04.2018 00:33:22
Aşk bu olsa gerek...kalemine sağlık sevgili Abdurahman,sevgiyle kal.

Ömer
28.04.2018 11:18:40
Hiç durmadan yazmaya devam Abdurrahman Akın. Bugün değilse de birgün bu yazılanları aramak için telaşla arayacak insanlar. Kalemin susmasın ,harika yazı

nurten
30.04.2018 08:40:53
Okudukça sizinde yaşadığınızı yazdıkça anladım.Kalemin var olsun

Mustafa Aydın
30.04.2018 10:00:44
Son günlerde okuduğum en güzel yazı. Siyasetten bıkanların başvuracağı yazılar yazman dileğiyle...

osman karakaş
7.05.2018 22:56:08
teşekkür ederim yazılarınız için.inşaAllah yeni nesile eski şevk gelirde yaylalarımız tekrar şenlenir

Halide Balci
27.04.2020 21:33:52
Kalemin var olsun beni benden aldı sanki o günleri yaşadım eskiler hep özleniyor

Nuray Şişman
1.05.2021 01:56:35
Her zaman dedim bir kez daha demeden edemeyeceğim. Siz sadece yöremizi, insanımızı, kültürümüzü anlatan ve aktaran yazılar yazmalısınız. Siyasete girmeden yazdığınız bütün yazılarınız gerçek anlamda çok iyi. Bir de benim mi gözümden kaçtı bilmiyorum ama bizim yaylamız Faso'yu unutmuşsunuz

Geldi yine “Yaylalara Göç” zamanı!

Abdurrahman Akın

27.04.2018 08:57:38

41