“Senoz Vadisi” nde “Koşmak” (kara saban) adını verdiğimiz, iki öküzle tarlalarımızı ekmeye hazır hale getirdiğimiz güzel ve yoğun günlerin zamanı bir kez daha geldi çattı!

Daha önce dilimin döndüğünce bu güzelliği anlatmaya çalışmıştım.

Ne yalan söyleyeyim; benimde yaşadığım ve gözlemlediğim “koşmak” (çift sürmek) uğraşının içeriğini olmasa da kullanılan araçlar ve “koşmak” eyleminin hayat bulurken ki yerel sözcüklerinin birçoğunu unutmuşum. Bu yazıyı kaleme alırken; yeni baştan bilgilerimi kontrol ettim, unuttuklarımı da yaşlılarımıza sorarak öğrendim…

Benim hafızamda kazınan “koşmak resimleri” nin başlangıcı Rahmetli Muhammet (Rojon) Amcamın; “çocuklar; yarın tarlayı koşacağız ahırdaki öküzün bakımını, koşmak malzemelerimizi hazırlayalım, bana yardım edin, yardım edin ki sizi “çaçele” bindireyim yoksa havanızı alırsınız” cümlesiyle başlardı!

“Koşmak” işini yapacak öküz en az dört “yaylalık” olurdu ve bizim evde çocukluğum boyunca mutlaka en güzel şekilde öküzler yetiştirilirdi. Tabii sadece bir öküzle “koşmak” olmayacağı için her sene bir eş aramak zorunda kalırdı rahmetli Muhammet Amcam.

İkinci öküz de bulununca, işe birbirlerine yabancı olan öküzleri alıştırmakla başlanırdı. Bunun için önce bir dövüştürülüp barıştırma yoluna gidilirdi öküzler.

Daha sonra ki aşamada; iki öküzün tarlada yan yana gidip gelmesini sağlayacak “luc” dediğimiz uzun kalastan yapılan bir düzeneği öküzlerin boynuna bir “somın” marifetiyle takmaktı…

Luc’un tam ortasından yaklaşık üç metre boyunda bir “harul” takılır, onun da ucuna toprağı kazacak “ğop” yerleştirilirdi. Ğop, demir ve ucu sivri olan bir aksamdı. Koşmak eylemi için çok önemliydi. Önemi şuradan geliyordu; toprak ne kadar derinden alt-üst edilir kazılırsa o kadar daha verim alınması mümkün oluyordu. Bütün bu saydığım şeyler yerine geldikten sonra artık ”koşmak” işine başlanırdı…

Bundan sonra ki tüm koordinasyon rahmetli Muhammet Amcamın elindeydi artık. Lunç’lara iki yanına bir somunla bağlanan iki öküzün önünden yürürken bir elini haru’la atan amcam direksiyonun başına geçmiş bir şoför gibi öküzleri idare etmeye başlardı…

Amcamın öküzleri idare ettiği işe de ”hedakçılık” denirdi. Bu iş öyle yabana atılacak türden değildi! Daha doğrusu herkesin yapabileceği bir iş değildi. Tecrübe isteyen bu işi amcamın çok iyi yaptığını biliyorum.

Tarlayı bir baştan bir başa yatay olarak ağır ağır geçen öküzler, tarlanın sınırına gelindiğinde “hedakçı” olan amcamın verdiği komutla kavis çizerek geriye döner ve yeni bir sırayı tamamlamak için var güçleriyle yürümeye çabalardılar. Bizim Karadenizin engebeli tarlalarını düşününce yapılan işin ne kadar zor ve meşakkatli olduğunu tahmin edersiniz.

Ğop’un alt-üst ettiği toprağın içine atılan mısır ve fasulye tohumlarını atmak için koşu ekibinin arkasından mutlaka bir kişi de yürürdü. Bu işi genellikle annem veya yengelerimden bir tanesi yapardı. Peştamalının ya da elinde bulundurduğu bir torbanın içinde ki tohumları usulünce toprağa atmak da özel bir maharet gerektirirdi.

Bu zor ve meşakkatli “koşmak işi” biz çocuklar için tabiri caizse karnavaldı!

Köyün çocukları olarak “koşmak mevsiminin” gelmesini dört gözle beklerdik.

İki nedenden dolayı biz çocuklar için karnavaldır ifadesini kullandım…

Yeri gelmişken şunu da ifade edeyim. Bugünün çocukları internet çağının kendilerine dayattığı sanal tatminlerle çocukluklarını geçirirken benin anlatmaya çalıştığım resimleri anlamalarını beklemek elbette safdillik olur!

Öncelikle “koşma” işlemi devam ederken “ğopun”,toprağa derinlemesine girerek alt-üst ettikten sonra ortaya çıkan patatesleri toplamak biz çocuklar için müthiş bir mutluluktu.

Ortaya çıkan toprakla karışık patateslerden çoğunu toplamak öyle keyifli bir olaydı ki, “anlatılmaz ancak yaşanır” diyebilirim. Hele kucak kucak topladığımız patatesleri “pilita” nın közünde pişirip yemek de başlı başına bir keyifti.

İkinci güzellik ise, ”koşmak” işi bitince “çaçele” binmemizdi…

Kalın kümeler halinde olan toprak, sağlam “komar” ağaçlarından bir sanat eseri gibi örülen ve adına “çaçel” dediğimiz araçla yumuşatılırdı. Çaçelle yapılan bu işleme “torğ” denirdi.

Koşma yapılırken, öküzlerin boynuna takılan “harul” çıkartılarak yerine “çaçel” takılırdı ve köyün bütün çocukları çaçele üzerine binerek ağırlık eder ve böylece toprağın ”torğ”(yumuşama) olmasına vesile olurlardı. Koca bir tarlayı “çaçelin” üzerine oturmuş bir şekilde bir sağa bir sola giderek bitirirdik…

Aslında biz çocuklar ilgilendiren kısım da burasıydı. Daha araba yolunun gelmediği ve arabayı dahi görmediğimiz dönemlerde, bu keyfi “çaçele” binerek tatmin ederdik diyebilirim.

Bizim için keyif olan bu olay tarlanın alt-üst olan toprağını yumuşatması açısından çok önemliydi.

Şimdi bu anlattıklarımdan sonra çocukluğumu “göreslendiğimi” ifade etsem sanırım beni yadırgamasınız!

Bu güzel günleri benim gibi yaşayanlar ne düşünür bilemem, ama ben doğrusunu isterseniz yeniden bir imkân olsa da “çaçele binsem “ diye geçiririm her bahar mevsimi gelince…

İnsanın doğup büyüdüğü topraklara tutkuyla bağlı olması için elbette benim gibi geçmişinde bu yaşanmışlıkların olması da lazımdır!

Onun için her zaman şu inancımı ifade ediyorum; bir daha yaşanması neredeyse imkânsız olan, “kaleme” aldığım bu hatıralarım bugün olmazsa da yarın ki kuşaklar için çok şey ifade edecektir!

Görüşmek üzere, Allah’a emanet olunuz…


Ahmet Öztürk
16.04.2018 16:05:44
Kalemin var olsun bizi çocukluğumuza götürdün.

Sevim Bozkurt
16.04.2018 17:07:49
Biraz daha anlayabileceğimiz şekilde yazılmış olsaydı tadı daha hoş olurdu yazının. Yinede çok harika bir yazı.

Hasan Güney
17.04.2018 14:59:45
Nerede o eski günler, nerede o insanlar, nerede o güzellikler. Mazı oldu her şey.

Mustafa Aydın
18.04.2018 11:55:13
Sayın yazar bizi çocukluğumuza her götürüşünde geçmişlerini hayırla yad ediyorum. Bu güzel anlatımlarından vaz geçme

“…geldi yine “Çaçel “ zamanı!”

Abdurrahman Akın

16.04.2018 09:49:38

29