Gökhan Telatar’ın Avusor taraflarına gezi düzenlediğini işitir işitmez Abdullah Uzun’u arayıp yerimi ayırdım. Temmuz ayının son günü sabahın erken saatlerinde Pazar’da buluşup bir grup heyecanlı insanla yola koyulduk. Abdullah Uzun, amcasının oğlu İbrahim Uzun, ünlü fotoğrafçı Engin Tavlı, yaylalar hakkındaki eserleriyle tanınan Hikmet Haberal, hepsi minibüste sıkış tıkış oturduğum insanlardandı.
Fırtına Vadisi’nden yukarı doğru ilerlemeye başladığımızda hava tamamen açıktı ve bol fotoğraflı bir günün bizi beklediğini sanıyorduk ama Kaçkar Dağları’nın her zaman kötü sürprizlerle dolu olduğunu hepimiz biliyorduk. İşte bu yüzden hemen herkesin çantasında yağmurluğu vardı. Ayder’e kadar sıradan bir yolculuk geçirdik, Avusor Deresi ile Kavrun Deresi’nin birleştiği yere geldiğimizde asıl yolculuğumuz başlamıştı. Kavrun istikametine doğru az bir mesafe gidip soldan kıvrılan Avusor yoluna saptık ve birkaç dakika sonra Avusor Vadisi’nde ilerlemeye başladık. Avusor Vadisi’ne geçmemizle Kunç Mezrasını görmem bir oldu. Kunç mezrası bu vadinin ilk mezrasıydı ve tüm vadi gibi Lazlara aitti. Hemşin yaylalarının kurulu olduğu vadiler içerisinde Avusor Vadisi istisna bir şekilde Laz köylerine aitti. Bu köyler Komilo, Abişho ve Örenkit’ti.
Yaklaşık yarım saat kadar sonra Huser Yaylası yol ayrımını geçtik, bu yayla Ayder’in hemen hemen üzerine denk geliyordu ve Hemşinlilere daha doğrusu Açabalılara (Bucak) aitti. Ancak Huser’in yakınlarındaki Soci Mezrasının (Çamyatak Mezrası) da Lazlara ait olduğunu belirtmek isterim. Huser yol ayrımından Avusor’a gidene kadar üç adet daha ön yayla bulunuyordu. Bunlar Hacizeni, Taşlık ve Tobaye yaylalarıydı. Her bir yaylada evler bulunuyordu, kaldı ki çoğu ev günümüzde dahi kullanılıyordu. Hacizeni mevkiinde ağaç örtüsü mevcuttu, buradan bir mezra olduğunu rahatlıkla kestirebiliyordum. Bu mezradaki dağınık evleri Abişholu Mülazimler, Ebaniler ile Komilolu Haydaroğlu ve Manceneoğlu gibi aileler kullanıyordu. Taşlık Yaylası’nın çevresinde gerçekten de oldukça çok kaya çıkıntıları bulunuyordu, zaten eski Lazca adı da “taşların yığıldığı yer” anlamında yanlış yazmıyorsam “Kvaokobğuni” gibi bir isimdi. Bu yaylayı daha çok Abişholular kullanıyordu. Ardından gelen Tobaye Yaylasını ise ekseriyetle Örenkitliler (Çamlıhemşin’in Kadıköy Mahallesi) kullanıyordu, birkaç hanenin de sahibi Abişho’dan Karagözoğlu ve Eskivaroğlu aileleriydi. Tobaye kelimesi “göl olan yer, bataklık veya su içinde kalan yer” gibi anlamlarda kullanılmıştı. Tobaye’nin az aşağısındaki yerleşime ise ayrıca “per yatağı” deniyordu ve burası ise Komilo köyünün tasarrufundaydı.
Avusor’a çok az kalmışken yolun solunda yaylanın elektriğinin üretildiği, adeta değirmene benzeyen küçük bir santrali fark ettik. Bu santrali geçtikten kısa bir süre sonra da Avusor’a geldik. Avusor’a geldiğimizde tüm fotoğrafçı arkadaşlar hayal kırıklığına uğradı çünkü her taraf yoğun bir sisle kaplıydı. Yine de Kaçkar Dağı’nın hemen dibinde yer alan göle çıkmakta beis görmediler. Ben ise yaylada kalmayı tercih ettim. Avusor Yaylası çok fazla evin yer aldığı kalabalık, büyük ve sıkışık bir yaylaydı. Saymış değilim ama belki de yüze yakın yayla evi bulunuyordu. Sabah 08:30 sularında henüz açılmakta olan “Avusor Marsis Dağevi”ne bir sıcak çay içme umuduyla gittim. Mekânın sahibi olan Muhammet Kesici sobayı yakmış, çayı demlemiş ve ortalığı topluyordu. Altı odalı dağ evinin misafirleri arasında Hala’nın Canot köyünden Hamit Mesut Okumuş ağabeyim de vardı. Bu ilginç tesadüf güzel bir sohbetin habercisiydi. Zaten birazdan muhlamanın başrolde olduğu doğal bir kahvaltı hazırlandı. Muhammet Kesici, Mekaleskirit (Dikkaya) köyündendi ama Avusor’daki bu yer bir şekilde atalarından miras kalmıştı. Kahvaltıdaki hayvan ürünlerinin tamamını kendileri üretiyordu, bu da muhlamayı daha lezzetli kılıyordu. Mesut ağabeyle ailesi hakkında uzun uzun sohbet ettik, birçok bilgiyi muhtelif çalışmalarımızda kullanmak üzere not aldım. Sonra da kendisi ve arkadaşlarıyla vedalaştım.
Yaylayı iyi bilen bir yaşlı arıyordum, meğer hemen yan taraftaki evde Abdullah Kesimal adında eski bir çoban yaşıyordu. Bunu öğrenir öğrenmez soluğu onun evinde aldım. Küçük tatlı torunu ve ikide bir bostana dalan tavuklara rağmen soluksuz bir sohbetin içinde buldum kendimi. Abdullah amca 1940 doğumluydu ve ömrünün büyük bir kısmını yaylacılık ve çobanlık ederek geçirmişti. İlk önce Avusor Yaylası’nın, bir istisna olarak Hemşin yaylalarının arasında kalmış olmasının ilginçliğini sordum. Meğer çok çok eskidenSataple, Koçdüzü gibi diğer Laz yaylaları üzerinden dolaşılıp, Çingitlilerin yaylası olan Onbole’nin üzerinden geçilip Avusor’a inildiğini yani Hala ve Ayder bölgesinden geçilmediğini anlattı. Bu bilgiyi atalarından duymuştu yoksa kendisi böyle bir güzergâhı hiç kullanmamıştı. Efsaneye göre yaşlı bir Avusorlu yaylacının keçisinin ayağı kırılmıştı. Yolun uzunluğu sebebiyle keçiyi götürmeleri imkansızdı ama yaşlı yaylacı daha yakın olacağını düşündüğü için dereden aşağıya doğru inmeye karar verdi. Kırık bacaklı keçi, bir köpek ve yaşlı yaylacı bu şekilde önce Hala’ya kadar indi. Orada Halalılar yolunu kesti ve “Lazların yolu burası değildir, neden buradan geldin?” diye sordular.  İhtiyar durumunu anlattı ve müsaade istedi. Asıl göç kafilesinden daha önce köye vardı. Sonradan köye gelen yaylacılar bu yeni yolun ne derece kısa olduğunu böylece anladılar ve bundan sonra artık hep bu yolu kullanmaya başladılar. Evet, efsane bu şekildeydi.
Abdullah amca çocukluğundan itibaren yaylacıydı ve o dönemler köyün en büyük geçim kaynağı yaylacılıkmış. Her evde birkaç büyükbaş hayvan ve yüz civarı da küçükbaş bulunurmuş. Ayrıca köyde 35 tane katır varmış. Yaylaya çıkma zamanı geldiğinde köy ihtiyar heyeti toplanır, yaylaya yapılacak olan “göç” için plan yapılırmış. Öncelikle en az iki avcı genç önceden yaylaya gönderilir, bu avcılar ayaklarında hedik, ellerinde tüfek ve sırtlarında azıklarıyla Avusor Vadisi’ni boydan boya dolaşırmış. Bu avcılar ayı ve kurt gibi vahşi hayvanların izlerinden, dışkılarından ve seslerinden hareketle bir istihbarat oluşturur, köye dönünce de bu bilgileri ihtiyar heyetine rapor ederlermiş. Ayrıca Ayder’in hemen yukarısından Avusor’a kadar olan tüm vadi boyunca kar kalınlıkları ve olası çığ tehlikeleri de gözlemlenirmiş. Böylece ihtiyar heyeti yaylaya yapılacak olan göç hakkında bu bilgileri de göz önüne alarak bir plan oluştururmuş.
Evvela Nisan ayı sonunda koyun ve keçiler yaylaya çıkartılırmış. Mayıs ortası gibi de inekler yola koyulurmuş. En üst yayla olan Avusor’a anca Haziran sonunda varılırmış. Ayder’in hemen üstündeki Kunç mezrası Komilo ve Abişholuların ilk durağıymış. Daha sonra Soci, Hacizeni, Taşlık ve Tobaye gibi ön yaylalarda konaklaya konaklaya en son Avusor’a çıkılırmış. Bu çıkış neredeyse iki ayı bulurmuş. Bir ön yaylada konaklandığı zaman, bir üst yaylaya hayvanların çıkmaması için eski patika üzerinde yol kapatılır, hatta bu kapılarda korucu bekletilirmiş. Yaylacılar bir üst yaylaya çıktığında bu sefer alt yaylaya geçişi engellemek için korucu tayin edilirmiş. Böylece çimenlerin sistematik bir şekilde olgunlaşması sağlanırmış. Ağustos’un ortalarında Avusor’da yaylacılık yavaş yavaş sonlanır, bu sefer de kademe kademe aşağıya doğru inilirmiş. Eylül sonu veya Ekim başı gibi herkes köyde olurmuş.
 
Abdullah amca yayla evinde her akşam ateş yakmak zorunda kaldıklarını, dolayısıyla odun ihtiyaçlarının sürekli olduğunu söyledi. Bunun için katırlar her hafta aşağıdan odun getirirmiş. Beslenmek için hayvan ürünleri dışında yaylada lahana, şalgam, pazı, soğan, nane, marul ve patates gibi ürünler de yetiştirilirmiş. Sabah kalkıldığında ilk iş hayvanların sütleri sağılır, sonra her evin çobanı hayvanları otlatmak için “ovit” denilen geniş çimenlere götürürmüş. Sisli havalarda kurt saldırıları da işte bu otlaklarda olurmuş. Evde kalan yaylacı ise sabah sağılan sütleri makineden geçirir; peynir, minci, kaymak ve yağ üretimiyle meşgul olurmuş. Ayrıca akşam için yemek yapma işi de evde kalan yaylacının mesuliyetindeymiş. Akşam otlaklardan dönen çobanlar hayvanları “per” denilen bölüme alır ve burada hayvanlar tekrar sağılırmış. Öküzler ise “pornak” denilen ayrı otlaklarda kendi hallerinde olurlarmış. Abdullah amcaya çobanların isabetli hava tahminlerini nasıl yaptığını da sordum. Dediğine göre hayvanların bir takım hareketlerinden anlıyorlarmış. Örneğin hava açıkken koyunlar yerli yersiz titreyip irkilme hareketini sık sık yapmaya başladığında havanın bozulacağı, hava kapalı olduğunda koyunlar geviş getirirken genizden değişik bir ses çıkartmaya başladığında ise havanın açacağı anlaşılıyormuş. Abdullah amca artık çobanlık yapmıyordu ama yine de birkaç baş ineği vardı ve her yaz Avusor’a çıkıyordu. Belli ki gücü yettiğince çıkmaya da devam edecekti. Çünkü o bir çobandı ve çoban olarak ölecekti.
Sohbetimiz sonlanınca öğle ezanı da okundu. Avusor’da cami vardı ve sadece yaz aylarında görev yapan geçici bir imamları vardı. Hep beraber namaz kıldıktan sonra Abdullah amca ile vedalaştık. Göle çıkan ekipten vaz geçip geri dönen İbrahim Uzun’u görünce aşağıya doğru yürüyüş yapmayı teklif ettim. Memnuniyetle kabul etti ve çantalarımızı sırtımıza yüklenip tamamı tek katlı eski Avusor yayla evlerinin arasından aşağıya doğru yürüyüşe başladık. İbrahim amca tam anlamıyla yaşlı bir kurttu ve en ufak bir of çekmeden iki saatte 12 km’lik yolu yürüyüp Ayder’e indik. Yol boyunca bol bol sohbet ettik, armut yedik, soğuk poğarlardan su içtik. Yer yer eski patikayı görünce yerli yersiz heyecan yaşadık. Ağaç dokusunun başladığı Taşlık Yaylasından itibaren doğa daha bir harikaydı. İbrahim amca ile bu hususta hem fikirdik. Evet, yaylalar da çok güzeldi ama ağaç bambaşkaydı. Bir dağ  evinin yanında ağaç olmalıydı. Bu yüzden en çok da Hacızeni mevkiindeki mezra evlerine gözümüz kaldı. Ayder’e indiğimizde hava çiseliyordu, ekibi beklemek için Gelintülü Kafe adlı mekâna sığındık. Yorgunluğumuzu sobada ağır ağır yanan gürgen odununun sıcaklığıyla ve tabii ki ince belli birkaç bardak çayla attık.   




ALİ
6.08.2016 19:36:20
tebri̇klwr kardeşi̇m ben avusorluyum bu kadar detay bi̇lmi̇orum

Bir Avusor Hikâyesi

Murat Ümit HİÇYILMAZ

6.08.2016 19:04:34

40