“Kim İslâm’dan başka bir din ararsa, o din ondan asla kabul edilmeyecektir. Üstelik o ahirette de kaybedenlerden olacaktır.”(Ali İmran: 3/85)
 
İslâm, bütün peygamberlerin insanlığa tebliğ ettiği dinin ortak adıdır. Bu din mensuplarına da Müslüman denir.
 
Önceki peygamberlerin getirdiği İslâm tahrif edildiği için bu gün “İslâm Dini” dendiği zaman yalnızca ve zorunlu olarak “Hz. Muhammed (sav) tarafından tebliğ edilen din” anlaşılmaktadır, anlaşılmalıdır.
 
Miladi 610 tarihinden itibaren ta kıyamet kopuncaya kadar “Allah Teâlâ patentli tek din”, tevhid esasına dayanan “İslâm Dini”dir. Bu dinden başka hiçbir inanç biçimi ilahi kaynaklı (Allah’ın boyasıyla mühürlü) değildir ve asla kabul görmeyecektir.
 
İnsanlık için tek çare “İslâm” derken, bu gün Müslüman toplumlarda yaşandığı haliyle İslâm’dan değil, bu dinin “Temel Kaynaklarının her türlü tahriften uzak”, “İnsan eli değmemiş berrak” İslâm’dan söz ediyorum. 
 
Allah’ın birliğine ve mutlak hükümranlığına dayanan İslâm, “Allah’ın hakkını teslim etmek için Allah’a kayıtsız şartsız teslim olmak” demektir.
 
İslâm Dini, bünyesinde kıyamete kadar tüm insanlığın “dünya ve ahiret” saadetini temin edebilecek evrensel değerler taşımaktadır. Bu dine gereği gibi teslim olanların herhangi bir konuda kendini bulmak için arayışa girmesine gerek yoktur.
 
Bu gün maalesef çoğunluğu başka inanç mensuplarından olmak üzere, bir kısmı da zayıf Müslümanlardan oluşan büyük bir insan topluluğu “manevi tatmin” için bir arayış içine girmiştir.
 
İnsanlık manevi duygularını tatmin etmek, ruhunu tamir etmek, kemale ulaşmak, arınmak, yücelmek ve yükselmek, ölüm korkusundan kurtulmak, güven içinde olmak için çeşitli arayışlara girmiştir.
 
Günümüz insanı “Allah’a kul olmayı özgürlüğünün kısıtlanması” olarak görürken, şeytana, nefse, şehvete, dünyaya, zevke, geçici hazlara, maddeye, paraya, kula, kul-köle olmayı özgürlük saymaktadır.
 
Sözde özgürlük arayışı içinde olan büyük çoğunluk, özellikle Ehl-i kitap din bilginlerinin, kendi menfaatleri ve para kazanma hırsları için bilerek tahrif ettikleri ve “Allah’ın dini” olmaktan çıkardıkları inanç biçimlerindeki yanlışlıkları Allah’a nispet ederek karşı çıkmaktadır.
 
Bu günün insanı doktorunun tavsiyesine uymadığı için hastalığı her geçen gün ilerleyen fakat bu kötü gidişatın sorumlusu olarak doktoru gören zavallı hasta gibidir.
 
İslâm’ın evrensel değerlerini dikkate almayan bir hayat sonucu düştüğü bunalımın faturasını İslâm’a kesmektedir. Bu dini “mutlu olmada yetersiz” görme hastalığı…
 
Ve arayış… Hakikat nuru gözünü kamaştırırken karanlıklar içinde kalış… Kendi kendini inançsızlık uçurumuna yuvarlayış…
 
Ne olduğu belli olmayan ateizme (Tanrı tanımazlık) sığınma, satanizmin (Şeytan tapıcılığı) kucağına atlama, Hint dinlerinin karmaşık mistik anlayışları, yogayla tatmin çabası…
 
Tatminsizliğin getirdiği özlemle öldükten sonra bir başka şekilde dünyada yer alma (Reenkarnasyon) düşüncesine sarılma…
 
İslâm’ın on beş asır önce getirdiği “eşitlik, adalet, hak, sorumluluk, liyakat” gibi evrensel insanlık değerlerini görmezden gelip bu değerleri “yeniden icat etme” yolunda harcanan bunca çabalar, verilen nice kurbanlar.
 
İslâm’ın on beş asır önce “dokunulmaz kıldığı”, “Din, Can, Mal, Akıl ve Namus” gibi en temel insan hakları, insanlık barış ve huzuru için ne büyük anlam ifade etmektedir.
 
Din dokunulmazlığı ile, inanç özgürlüğü getirilmiş, “İslâm’ın güzelliklerini idrake sunma” dışında “dinde zorlama yoktur” kaidesi gereği müdahaleyi kaldırmıştır.
 
Can emniyeti ile, insan hayatı dokunulmaz kılınmıştır. “Bir kişiyi kasten öldürmek, tüm insanları öldürmek” kabul edilmiş, hayat vermek de “tüm insanlara hayat vermek” olarak görülmüştür.
 
Akıl emniyeti getirilerek, insan aklını örten, çalışmaz hale getiren, akla müdahale eden her türlü anlayış ve zararlı madde “Haram” kılınarak, aklın önündeki engeller kaldırılmıştır.
 
Namus duygusu dokunulmaz kılınarak, “İnsan soyunun temiz kalması” esas alınmıştır. “Nikâh yoluyla evliliğin” yolu kolaylaştırılmış, bunun dışındaki “kadın şeref ve onurunu zedeleyici” tüm yollar kapatılmıştır.
 
Mal emniyeti ile, “Mülk edinme ve mülkünde tasarruf özgürlüğü” getirilmiş, ne toplum için birey ne de birey için toplumun feda edilmesi yoluna gidilmiştir.
 
Evet, İslâm’ı temsil makamında olan Müslümanların bu günkü halleri içler acısıdır. Ancak onların bu halde olmasının sebebi “İslam Dini”nin yetersizliği ya da tahrif edilmiş olması değildir.
 
“Kur’an ve Sünnet” hiçbir tahrife uğramadan duruyor ancak Müslümanlar kendilerini kaybetmişler.
 
Hayatlarını Kur’an ve Sünnet’e uydurmadıkları için adeta kıyametleri kopmuş, kıyametteki manzarayı bu dünyada yaşamaktadırlar. “Onların çoğunu sarhoş görürsün. Hâlbuki onlar sarhoş değillerdir.” (Hac: 22/77)
 
Bir gün gelir ayılırlarsa “Kur’an ve Sünnet’in diriltici ruhunu” yanı başlarında hazır görecek ve yeniden insanlığın zirvesine yükseleceklerdir.
 
Gerçek olan şudur ki: İnsanlık tarihi boyunca insanların hakikate ulaşma, evrensel doğruları keşfetme yolunda bunca meşakkat, bunca kurban vererek geldiği, ulaşacağı nokta, İslâm’ın on beş asır önce ortaya koyduğu hakikatlerin hala gerisinde kalacaktır.
 
Hayırlı cumalar diliyorum… 

Mehmet
29.05.2014 20:20:11
allah razı olsun hocam. faydalandık.

fatih Atay
29.05.2014 21:20:53
kuran ve sünnet bi̇rbi̇ri̇ni̇ tamamlar uygulama noktasinda sikintilar var bi̇ri̇ni̇ çeki̇p alirsan gerçek manada i̇slami yaşiyorum di̇yemezsi̇n.

m.k
31.05.2014 12:52:43
elinize sağlık hocam, bu nesil gençler farklı arayışlar içerisinde, umarım ilerde doğru yola girerler. yazılarınızın devamını bekliyorum.

Yalnız Adam
31.05.2014 13:57:22
yaratıcının pusulasına uymuyan kişinin kayboluşunu anlatan bir makale. rabbim razı olsun hocam...

genc ılahıyatcı
3.06.2014 00:26:24
musluman olarak dogmak bıze verılen en onemlı nımetlerden bırı bunun kıymetını bılerek islam dinini en guzel sekilde yasamamiz gerekir.ellerinize saglik hocam .

Allah katında Din,İslam'dır

Yusuf KAMBUR

29.05.2014 08:56:19

4